Talha APAK
Yeminli Mali Müşavir
E. Öğretim Görevlisi
Alomaliye.com Yayın Kurulu Başkanı
t.apak@apakymm.com
Türk vergi sisteminin adil olmadığına yönelik yıllardır yapılan eleştirilere karşın, her hükümet döneminde “vergide adalet” sloganıyla vergi reformu yapılacağı söylemleri gündemden düşmemeye devam etmektedir. Bugüne kadar yapılanlar ise, kazancı olan herkesten vergi almak yerine kayıtlı olan herkesten vergi alınması olmuştur.
Vergide adalet ne demek?
Vergi yükünün adaletli bir şekilde dağıtılması, toplumun vergiye ve vergi ödemeye olan bakış açısını da etkileyecektir. Günümüz toplumlarındaki genel kanıya göre, vergide adaleti sağlamak için yapılması gereken “çok kazanandan çok; az kazanandan az” vergi alınmasıdır. Bunun neticesinde, bireyler arasındaki gelir ve servet dengesizliğinin mümkün mertebe giderilmesi yanında, bireysel özgürlüklerin korunması da sağlanmış olacaktır.
Vergide adalet mümkün müdür?
Bireylerin, hukuki anlamda devletle olan ilişkisinin başında vergi ilişkisi gelmektedir. Bireyler, yaşamları boyunca gelir elde ederken, harcama ve yatırım yaparken, tasarrufta bulunurken sürekli olarak vergi hukukunun alanına girmekte, bunun sonucu olarak da vergi sorumlusu veya mükellefi olmaktadır. Asıl olan, adil bir vergi sisteminin uygulanabilmesini başarabilmektir.
Ancak bu başarının önünde çeşitli engeller ve etmenler vardır. Bu engel veya etmenlerin başında ise, o ülkenin hukuk sisteminin uygulanmasındaki engeller ve siyasi yapısında uygulanan popülist politikalar önde gelmektedir. Bu iki engelin aşılması halinde, vergide adil uygulamaların hayata geçirilmesi çok daha kolay olacaktır.
Kayıt dışında kalanlar ve kayıt içinde olanlar
Ülkemizde, vergi sistemimizin uygulanmasında halen kayıt dışında kalan ciddi gelirler ve bunun sonucu olarak da ciddi vergi kayıpları devam etmektedir. Kayıt dışında kalmak bazen kısmi olabilmektedir. İlginç olanı ise, kısmen veya tamamen kayıt dışında kalan işlemlerin idarece bilinmesine rağmen bu kesimin kayıt altına alınmaması/alınamaması neticesinde, bunların yaratığı kayıpların kayıtlı olanların vergi yüküne dahil edilerek vergi açığının kapatılmasıdır.
Uygulanan sistemin aksayan ve eleştirilen en önemli kısmı, kayıt dışında kalanlardan elde edilemeyen vergilerin kayıt içinde olanlardan alınması olmuştur. Asıl olanı, devletin vergi gelirlerindeki açığı kapatmak yerine vergi kayıp ve kaçağının kaynağına inmesidir. Özellikle KDV sisteminin yürürlüğe girdiği 1984 yılından itibaren ve ÖTV sisteminin yürürlüğe girdiği 2002 yılından itibaren harcama üzerinden alınan dolaylı vergilere ağırlık verilmeye başlanmıştır. Buna karşılık gelir üzerinden alınan doğrudan vergilerde beklenen başarı ise sağlanamamıştır.
Bugün değilse ne zaman?
Anayasamızın 73.maddesi’nde; “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.” ifadesi geçmektedir. Anayasamızın da emrettiği gibi, vergiler kanunla konulur, zorla alınır. O halde kanun koyucu bu kadar güçlüyken ve elinde imkân varken neden vergi adaletinde başarılı olunamadığı sorgulanmalıdır.
Mevcut vergi sistemimizde gelinen noktada, kayıt içinde olan ve düzenli vergisini veren gerçek ve tüzel kişiler, karşı karşıya oldukları ağır vergi yüklerinden dolayı vergi idaresine karşı kırgınlık hissetmektedir. Devletten beklenti haricinde, kayıt dışında kalıp hiç vergi vermeyenler ile indirim ve istisnalar nedeniyle kısmen vergi ödeyenler kayıt içinde olup düzenli vergi verenlerin sabrını zorlamaktadır.
Türkiye, 20 yılı aşkın bir süredir siyasi yönden güçlü bir hükümet ile yönetilmektedir. Toplumun bu hükümetten beklentisi ise, vergicilikte “radikal” denilebilecek yasaların çıkarılarak uygulamaya konulmasıdır. Veya maliye bürokratlarının önerdiği köklü ve önemli vergi düzenlemelerinin siyasi engellere takılmadan hayata geçirilmesinin önünün açılmasıdır.
Son söz; adil bir vergi sistemiyle sağlanacak adil gelir dağılımı, ülkenin siyasal ve sosyal birçok sorununu da çözüme kavuşturmuş olacaktır.
İktibas: Dünya Gazetesi