Site icon Alomaliye.com Güncel Mevzuat, Muhasebe, Ekonomi, Vergi, SGK Haberleri

Yargıtay Kararı – Rekabet Yasağı Sözleşmesinde Cezai Şartın Geçerliliği İçin Karşılık Koşulunun Aranmayacağı

T.C

YARGITAY

9. HUKUK DAİRESİ

Esas No. 2023/2156

Karar No. 2023/3830

Tarihi: 14.03.2023

» Rekabet Yasağı Sözleşmesinde Cezai Şartın Geçerliliği İçin Karşılık Koşulunun Aranmayacağı

» Rekabet Yasağına Aykırı Davranmadan Doğan Davalarda İş Mahkemesinin Görevli Olduğu

» Sadakat Borcu

[vc_row][vc_column][vc_message message_box_color=”vista_blue”]

ÖZET: Dairemizin önceki kararlarında işçinin iş sözleşmesi sona erdikten sonraki dönem bakımından rekabet yasağına aykırılıktan kaynaklanan cezai şart ve tazminat davalarının ticari dava olduğu belirtilmiş ise de konunun yeniden değerlendirilmesi sonucunda görevli mahkemenin iş mahkemesi olduğu belirlendiğinden önceki karardan dönülmüştür. Hâl böyle olunca somut olayda davacı işçi ile davalı işveren arasında, sözleşme sona erdikten sonraki döneme ilişkin rekabet yasağına aykırılığın sonuçlarını düzenleyen sözleşme maddesi uyarınca tarafların talep edebilecekleri cezai şart ve tazminata ilişkin davaların görülme yeri iş mahkemeleri olduğundan davalı tarafın bu yöndeki temyiz itirazlarının yerinde değildir.

İş sözleşmesinin kurulması ile doğan sadakat borcu, işçi tarafından işverenin çıkarlarını koruma ve gözetme borcudur. Rekabet etmeme borcu da işçinin sadakat borcu içinde yer alan alt bir yükümlülüktür. Bir başka deyişle işçinin iş sözleşmesinin devamı süresince işverenle rekabet etmemesi sadakat borcu içinde yer alan bir yükümlülüktür. Buna karşılık taraflar belli şartların varlığı hâlinde iş sözleşmesinin sona ermesinden sonra da işçinin işverenle rekabet etmeyeceğini kararlaştırabilirler. İş sözleşmesi sona erdikten sonraki rekabet yasağı, iş ilişkisi devam ederken iş sözleşmesine konulacak bir hüküm ile kararlaştırılabileceği gibi bu konuda ayrı bir sözleşme (rekabet yasağı sözleşmesi) yapılması da mümkündür.

Rekabet yasağının ihlali hâlinde taraflarca kararlaştırılmış olan belli bir ödemeyi öngören yaptırım, niteliği itibarıyla bir cezai şart hükmüdür. 6098 sayılı Kanun’un 180 inci maddesinin birinci fıkrasında “Alacaklı hiçbir zarara uğramamış olsa bile, kararlaştırılan cezanın ifası gerekir” hükmü yer aldığından, işverenin herhangi bir zararı ispatlamak zorunda bulunmaksızın sözleşmede kararlaştırılan cezai şartı isteyebilme imkânı vardır. Bu durumda işverenin cezai şartı talep edebilmesi için rekabet yasağının ihlal edildiğini ispatlaması yeterlidir.

6098 sayılı Kanun’un 444 üncü ve devamı maddelerinde koşulları, sınırları, sonuçları ve nasıl sona ereceği özel olarak düzenlenen rekabet yasağı sözleşmesi, karşı edim içermediği sürece yalnızca tek tarafa borç yükleyen sözleşme niteliğindedir. Rekabet yasağının ihlaline bağlı cezai şartın geçerliliği için sözleşmede veya rekabet yasağı kaydında işveren aleyhine bir düzenlemeye yer verilmesi gerekmediği gibi rekabet yasağının niteliği gereği karşılıklılık koşulu aranmaz. Hâl böyle olunca İlk Derece Mahkemesinin somut olaydaki cezai şarta ilişkin olarak 6098 sayılı Kanun’un 420 nci maddesi bağlamındaki değerlendirmesi isabetli görülmemiştir.

[/vc_message][vc_column_text]

Taraflar arasında İlk Derece Mahkemesinde görülen ve istinaf incelemesinden geçen menfi tespit davasında verilen karar hakkında yapılan temyiz incelemesi sonucunda, Dairece İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 29. Hukuk Dairesi kararının kaldırılmasına ve İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesince bozmaya karşı direnme kararı verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesinin direnme kararının davalı vekilince temyizi üzerine, Dairemizce bozma kararının yerinde olduğu belirtilerek temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.10.2022 tarihli ve 2022/9-390 Esas, 2022/1280 Karar sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesinin direnme olarak adlandırdığı kararın, usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığı, bozmadan önceki kararda tartışılıp değerlendirilmemiş, dolayısıyla Özel Daire denetiminden geçmemiş yeni gerekçeye dayalı yeni hüküm niteliğinde olduğu kabul edilerek yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Dairemize gönderilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu tarafından dosya Dairemize gönderilmiş olmakla Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı Şirkete ait işyerinde 18.09.2018 tarihinde 854 sayılı Deniz İş Kanunu’na (854 sayılı Kanun) tâbi kılavuz kaptan olarak çalışmaya ve limanlarda Türk ve yabancı bayraklı gemilere ilişkin kılavuzluk hizmetini ifa etmeye başladığını, davalı tarafından işe giriş şartı olarak teminat senedi niteliğinde bir senedin imzalanmasının talep edildiğini, müvekkilinin de esasen işe girme gayesiyle ve işe alınmama korkusundan dolayı oluşan baskı sonucunda salt ad-soyad-tarih bölümlerini doldurarak imzaladığı teminat senedini davalıya teslim ettiğini, müvekkilinin iş sözleşmesini feshetmesine rağmen davalının bu senedi iade etmediğini ve müvekkili tarafından boş bırakılan, özellikle bedel ve ödeme tarihi kısımları rızası hilafına doldurularak aleyhine 21.02.2019 tarihinde İstanbul 4. İcra Müdürlüğünün 2019/7173 Esas sayılı dosyası üzerinden 27.09.2018 keşide, 20.02.2019 ödeme tarihli 110.000,00 Amerikan doları (USD) bedelli senet ile kambiyo senedine dayalı icra takibi başlatıldığını, teminat senedindeki bedelin davalının kılavuz kaptanlar ile imzaladığı iş sözleşmesinde yer alan cezai şart tutarı ile aynı olduğunu, teminat senedi olarak alınan senetlerin icraya konulabilmesi için işverenin zararının olması ve bu zararın çalışan kusuru ile gerçekleştiğinin ispatlanmasının zorunlu olduğunu, takibe konu borç miktarına bakıldığında da bir işverenin işçisine işe girişinin hemen akabinde 110.000,00 USD borç vermesinin mümkün olmadığının anlaşılacağını, söz konusu matbu senedin tamamının imza sırasında doldurulmayıp niteliği itibari ile içeriği sonradan doldurulmuş senet olduğunu, müvekkilinin işe girme tarihi ile senedin düzenlenme tarihinin çok yakın olduğu dikkate alındığında bu senedin teminat senedi olduğunun anlaşılacağını, davalının tüm çalışanlardan işe almak için senet imzalanmasını şart koştuğunu, davalı nezdinde çalışmış ve matbu senetlere dayanılarak haklarında icra takibi başlatılmış kılavuz kaptanların işe giriş tarihleri farklı olmasına rağmen hepsinde bedelin 110.000,00 USD ve ödeme tarihlerinin 20.02.2019 olacak şekilde davalı tarafından sonradan doldurulduğunu belirterek işbu dava ile İstanbul 25. İş Mahkemesinin 2019/6 D. İş 2019/6 Karar sayılı dosyası üzerinden alınan ihtiyati tedbir kararının dosya kesinleşinceye kadar devamına, İstanbul 4. İcra Müdürlüğünün 2019/7173 Esas sayılı dosyasına konu edilen 110.000,00 USD bedelli senedin teminat senedi niteliğinde olduğunun, bu nedenle müvekkilinin bu icra takibine konu senetten borçlu olmadığının tespiti ile takibin iptaline karar verilmesini ve müvekkili lehine %20’den aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; öncelikle davanın asliye ticaret mahkemesinde görülmesi gerektiğini, kılavuzluk hizmeti veren şirketlerin bu hizmeti verebilmek için kılavuz kaptanlara muhtaç olduğundan kılavuz kaptanların şartlarını ve standartlarını kendilerinin belirlediği, son derece yüksek ücretlerle ve yüksek imtiyazlara sahip olarak iş sözleşmeleri akdettiklerini, davacının müvekkili Şirket ile hür iradesiyle 18.09.2018 tarihli iş sözleşmesini akdettiğini, sözleşme uyarınca davacının aylık ücretinin 51.386,85 TL olduğunu, işbu ücrete ek olarak da yılda iki tam ücret ikramiye aldığını, başta eğitim düzeyi olmak üzere birçok niteliğe sahip olan bir kılavuz kaptana, kendisini işe almama tehdidi ve baskı ile senet imzalatıldığı yönündeki iddiaların maddi gerçeği yansıtmadığı ve hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından 31 Aralık 2018 tarihli Resmî Gazete’de Kılavuzluk ve Römorkörcülük Hizmetleri Yönetmeliği‘nin (Yönetmelik) yayımlandığını ve römorkörlük hizmetlerinin farklı lisans tiplerine (A, B ve C) bağlandığını, bahsi geçen Yönetmelik’in 8 inci maddesi ile A sınıfı kılavuzluk faaliyet lisansı almak isteyen şirketler bakımından; kılavuz kaptan yeterlik belgesine sahip en az 24 kılavuz kaptan istihdam etme, B sınıfı kılavuzluk faaliyet lisansı almak isteyen şirketler bakımından; kılavuz kaptan yeterlik belgesine sahip en az 8 kılavuz kaptan istihdam etme zorunluluğu getirildiğini, müvekkili Şirketin de yeni Yönetmelik doğrultusunda, uzun yıllar gerçekleştirdiği kılavuzluk faaliyetinin icrası ve bu doğrultuda faaliyet lisans belgesinin temini amacıyla istihdam etmekte olduğu 32 kılavuz kaptanın bordrolarıyla birlikte 13.02.2019 tarihinde T.C. Ulaştırma ve Alt Yapı Bakanlığı Deniz ve İç Sular Düzenleme Genel Müdürlüğüne başvuruda bulunduğunu, ancak davacının da içinde bulunduğu 32 kılavuz kaptanın; müvekkili Şirket tarafından T.C. Ulaştırma ve Alt Yapı Bakanlığı Deniz ve İç Sular Düzenleme Genel Müdürlüğüne yapılan başvuru ile aynı tarihte, hiçbir gerekçe göstermeksizin toplu olarak istifa ettiklerini, bu istifaların akabinde de müvekkili Şirket ile aynı hizmet bölgesinde (İskenderun’da) kılavuzluk faaliyeti gerçekleştiren Deniz Kılavuzluk AŞ’ye geçtiklerini, buna ek olarak davacı da dâhil olmak üzere ilgili kılavuz kaptanların istifa amacıyla gönderdikleri tüm ihtarnamelerin her birinin ortak bir iradenin ürünü olarak aynı içerikte kaleme alındığı ve istifa için hiçbir gerekçe içermediğini, davacının da içinde bulunduğu bu toplu istifa hareketi nedeniyle müvekkili Şirket nezdinde yeterli kılavuz kaptan sayısının sağlanamadığı ve müvekkili Şirketin başvurusunun reddedildiğini, kılavuzluk için hizmet faaliyeti lisansı alamadığını belirterek görev itirazının kabulü ile görevsizlik kararı verilerek dosyanın görevli asliye ticaret mahkemesine gönderilmesini, ayrıca davacı aleyhine senet miktarının %20’sinden az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesini istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İstanbul 24. İş Mahkemesinin 19.11.2019 tarihli ve 2019/215 Esas, 2019/632 Karar sayılı kararıyla; davacının takibe konu senet yönünden davalı işverene borçlu olduğu yöntemince ispatlanamadığından davacının İstanbul 4. İcra Müdürlüğünün 2019/7173 Esas sayılı dosyası kapsamında davalıya karşı borçlu bulunmadığına, takibe konu edilen 27.09.2018 tanzim ve 20.02.2019 vade tarihli 110.000,00 USD bedelli kambiyo senedinin teminat senedi niteliğinde olduğunun tespitine, icra takibinin iptaline ve davacının kendisine borçlu olmadığını bildiği hâlde aldığı teminat senedine dayalı takip başlatıldığı hususu nazara alındığında davalının takibi başlatmakta haksız ve kötü niyetli olduğu gerekçesiyle takibe konu asıl alacağın %20’si üzerinden kötü niyet tazminatına hükmedilmesine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 29. Hukuk Dairesinin 12.11.2020 tarihli ve 2020/1294 Esas, 2020/1473 Karar sayılı kararıyla; taraflar arasındaki temel ilişkinin işçi işveren ilişkisi olduğundan davaya bakmak görev ve yetkisinin iş mahkemelerine ait olduğu, dava konusu bononun iş ilişkisi devam ederken alındığı ve teminat senedi mahiyetinde olduğu, davacının takibe konu senet yönünden davalı işverene borçlu olduğunun yöntemince ispatlanamadığı, İlk Derece Mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden kanuna aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V.BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Dairemizin 01.06.2021 tarihli ve 2021/3076 Esas, 2021/9789 Karar sayılı kararıyla; davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra Dairenin önceki kararlarında işçinin iş sözleşmesi sona erdikten sonraki dönem bakımından rekabet yasağına ilişkin olarak cezai şart ve tazminat davalarının ticari dava olduğunun kabul edildiği ancak yapılan kanuni düzenlemeler karşısında konunun yeniden değerlendirilmesi gerektiğinin anlaşıldığı ve görevli mahkemenin iş mahkemesi olduğu sonucuna ulaşıldığı, taraflar arasında 18.09.2018 tarihinde imzalanan iş sözleşmesi ile davacı işçinin iş sözleşmesinin sona ermesinden sonra iki yıl süre ile işveren ile kendi adına rekabet edebilecek bir iş yapmayacağını ve bir kısım limanlarda aynı hizmet dalında faaliyet gösteren farklı bir kurum adına kılavuz kaptan olarak çalışmayacağını taahhüt ettiği, belirtilen hususlara aykırı davranması hâlinde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 446 ncı maddesi uyarınca düzenlenmiş olan 110.000,00 USD cezai şartı ödemeyi kabul ettiği, taraflar arasında 6098 sayılı Kanun’un 444 üncü ve devamı maddelerine uygun rekabet yasağı sözleşmesi yapıldığı, davacı işçinin iş sözleşmesinin sona ermesinden bir gün sonra aynı il sınırlarında aynı alanda iştigal eden rakip işyerinde işe başladığı, rekabet yasağına aykırı davrandığı ve bu madde uyarınca cezai şart miktarı olarak düzenlenen senet uyarınca borçlu olduğu ancak 6098 sayılı Kanun’un 182 nci maddesinin son fıkrası hükmünün değerlendirilmesi gerektiği, davacının borçlu olmadığının tespitine ve icra takibinin iptaline karar verilmesinin hatalı olduğu, davalı tarafın icra takibinde haksız ve kötü niyetli olmadığı ve kötü niyet tazminatı koşulları oluşmadığı gerekçe gösterilerek kararın bozulmasına karar verilmiştir.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile cezai şartın miktarı olan 110.000,00 USD ile dava konusu senet bedelinin aynı olduğu, diğer kılavuz kaptanlar ile yapılan sözleşmeler ile senetlerin de benzer ve tip sözleşmeler olduğu, davalı işverenin senedi sözleşmenin 5.11. Maddesi üçüncü paragrafının son cümlesi kapsamında cezai şartı teminat altına alma amacı ile aldığı kabul edilmiş ise de 6098 sayılı Kanun’un 420 nci maddesi hükmü gereğince hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan cezai şartın geçersiz olduğu, taraflar arasındaki hizmet sözleşmesi incelendiğinde benzer şekilde davalı işveren aleyhine bir düzenleme bulunmadığı ve cezai şartın karşılıklı olmadığı anlaşıldığından sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulunun geçersiz kabul edildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili temyiz dilekçesinde; İlk Derece Mahkemesi tarafından verilen kararın yeni hüküm niteliğinde olduğunu ve direnme olarak kabul edilemeyeceğini, cezai şart 6098 sayılı Kanun’un 446 ncı maddesinden kaynaklandığından anılan maddenin uygulanmayıp 6098 sayılı Kanun’un 420 nci maddesine atfen davanın reddinin yerinde olmadığını, Yargıtay uygulamasına aykırı karar verildiğini, kötü niyet tazminatının kabulünün herhangi bir gerekçeye dayanmadığını ve hatalı olduğunu belirterek hükmün bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

C. Hukuk Genel Kurulu Kararı

1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 373 üncü maddesinin beşinci fıkrası gereğince Dairemizce yapılan incelemede, Daire kararının yerinde olduğu belirtilerek temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.

2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.10.2022 tarihli ve 2022/9-390 Esas, 2022/1280 Karar sayılı kararı kararı ile İlk Derece Mahkemesinin direnme olarak adlandırdığı kararın, usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığı, bozmadan önceki kararda tartışılıp değerlendirilmemiş, dolayısıyla Özel Daire denetiminden geçmemiş yeni gerekçeye dayalı yeni hüküm niteliğinde olduğu kabul edilerek bu yeni hükmün temyiz incelemesinin yapılması için  Dosyanın Dairemize gönderilmesine karar verilmiştir.

D. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, rekabet yasağı sözleşmesine aykırılıktan kaynaklanan cezai şarta ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Kanun‘un 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 371 inci maddesi.

2. 6098 sayılı Kanun’un 180, 182, 396, 420, 444, 445, 446 ve 447 nci maddeleri.

3. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (2004 sayılı Kanun) 72 nci maddesi.

4. 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun (7036 sayılı Kanun) 5 inci maddesi.

5. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6102 sayılı Kanun) 4 ve 5 inci maddeleri.

3. Değerlendirme

1. Tarafların iddia, savunma ve dayandıkları belgelere, uyuşmazlığın hukuki nitelendirilmesi ile uygulanması gereken hukuk kurallarına, dava şartlarına, yargılamaya hâkim olan ilkelere, ispat kurallarına ve temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre davalı vekilinin aşağıdaki paragrafların kapsamı dışındaki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2. Dava, rekabet yasağının ihlalinden doğduğu ileri sürülen cezai şart alacağına ilişkin olup Dairemizin 01.06.2021 tarihli bozma ilâmında da detaylı olarak açıklandığı gibi somut olayda uyuşmazlığın kaynağı iş sözleşmesi olduğundan 6098 sayılı Kanun’un 444 ve devamı maddelerine dayalı olarak 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında işçi sayılan kişinin, rekabet yasağı sözleşmesinin ihlali nedeniyle açılan cezai şartın tahsiline ilişkin davalarda iş mahkemeleri görevlidir.

3. Dairemizin önceki kararlarında işçinin iş sözleşmesi sona erdikten sonraki dönem bakımından rekabet yasağına aykırılıktan kaynaklanan cezai şart ve tazminat davalarının ticari dava olduğu belirtilmiş ise de konunun yeniden değerlendirilmesi sonucunda görevli mahkemenin iş mahkemesi olduğu belirlendiğinden önceki karardan dönülmüştür. Hâl böyle olunca somut olayda davacı işçi ile davalı işveren arasında, sözleşme sona erdikten sonraki döneme ilişkin rekabet yasağına aykırılığın sonuçlarını düzenleyen sözleşme maddesi uyarınca tarafların talep edebilecekleri cezai şart ve tazminata ilişkin davaların görülme yeri iş mahkemeleri olduğundan davalı tarafın bu yöndeki temyiz itirazlarının yerinde değildir.

4. Taraflar arasındaki diğer bir uyuşmazlık işverenin, iş sözleşmesindeki rekabet yasağı kaydının ihlaline bağlı cezai şart alacağının bulunup bulunmadığı noktasındadır.

5. 6098 sayılı Kanun’un 396 ncı maddesi uyarınca işçi, yüklendiği işi özenle yapmak ve işverenin haklı menfaatinin korunmasında sadakatle davranmak zorundadır. İşçi, hizmet ilişkisi devam ettiği sürece, sadakat borcuna aykırı olarak bir ücret karşılığında üçüncü kişiye hizmette bulunamaz ve özellikle kendi işvereni ile rekabete girişemez.

6. İşçi, iş gördüğü sırada öğrendiği, özellikle üretim ve iş sırları gibi bilgileri, hizmet ilişkisinin devamı süresince kendi yararına kullanamaz veya başkalarına açıklayamaz. İşverenin haklı menfaatinin korunması için gerekli olduğu ölçüde işçi, hizmet ilişkisinin sona ermesinden sonra da sır saklamakla yükümlüdür.

7. Diğer taraftan rekabet yasağı 6098 sayılı Kanun’un Genel Hizmet Sözleşmesi hükümleri içinde 444 ila 447 nci maddelerinde düzenlenmiştir. Bunun nedeni ise rekabet etmemenin sadakat borcunun bir gereği olmasıdır.

8. İş sözleşmesinin kurulması ile doğan sadakat borcu, işçi tarafından işverenin çıkarlarını koruma ve gözetme borcudur. Rekabet etmeme borcu da işçinin sadakat borcu içinde yer alan alt bir yükümlülüktür. Bir başka deyişle işçinin iş sözleşmesinin devamı süresince işverenle rekabet etmemesi sadakat borcu içinde yer alan bir yükümlülüktür. Buna karşılık taraflar belli şartların varlığı hâlinde iş sözleşmesinin sona ermesinden sonra da işçinin işverenle rekabet etmeyeceğini kararlaştırabilirler. İş sözleşmesi sona erdikten sonraki rekabet yasağı, iş ilişkisi devam ederken iş sözleşmesine konulacak bir hüküm ile kararlaştırılabileceği gibi bu konuda ayrı bir sözleşme (rekabet yasağı sözleşmesi) yapılması da mümkündür.

9. İş sözleşmesi sona erdikten sonra işçinin işverenle rekabet etmeme borcu ancak böyle bir yükümlülük sözleşme ile kararlaştırıldığı takdirde söz konusu olmaktadır (Sarper Süzek, İş Hukuku, İstanbul, Yenilenmiş Onuncu Baskı, 2014, s.344;Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 22.09.2008 tarihli ve 2008/9-517 Esas, 2008/566 Karar sayılı kararı).

10. Rekabet yasağının ihlali hâlinde taraflarca kararlaştırılmış olan belli bir ödemeyi öngören yaptırım, niteliği itibarıyla bir cezai şart hükmüdür. 6098 sayılı Kanun’un 180 inci maddesinin birinci fıkrasında “Alacaklı hiçbir zarara uğramamış olsa bile, kararlaştırılan cezanın ifası gerekir” hükmü yer aldığından, işverenin herhangi bir zararı ispatlamak zorunda bulunmaksızın sözleşmede kararlaştırılan cezai şartı isteyebilme imkânı vardır. Bu durumda işverenin cezai şartı talep edebilmesi için rekabet yasağının ihlal edildiğini ispatlaması yeterlidir (Süzek, S. İş Hukuku, İstanbul, Yenilenmiş Onbirinci Baskı, 2015,s.378).

11. Somut olayda, davacı işe girerken iş sözleşmesinde yer alan fahiş tutardaki cezai şarta ilişkin baskı ile tarihsiz senedin imzalatıldığını, teminat senedi niteliğinde bu senedin geçerli olmadığını belirterek bu senetten dolayı borçlu olmadığının tespitini talep etmiştir. Davalı taraf ise senedin teminat senedi olmadığını, iş sözleşmesindeki cezai şarta ilişkin olarak ifa için verilen senet olduğunu savunmuştur.

12. Davacı işçinin davalı Şirkette 18.09.2018 tarihinde akdedilen yazılı iş sözleşmesi ile kılavuz kaptan olarak işe başladığı, bu sözleşmenin 5.11. maddesi ile davalının gerek iş sözleşmesinin devamı sırasında ve gerekse iş sözleşmesinin sona ermesinden sonra iki yıl süre ile işveren ile kendi adına rekabet edebilecek bir iş yapmamayı, sektöründeki rakip diğer işletmelerde çalışmamayı, söz konusu işletmelerde ve firmalarda ortak yahut başka bir sıfatla herhangi bir menfaat ilişkisine girmeyeceğini, Karadeniz Ereğlisi Limanı, İzmit Körfezi ve İskenderun yetkili kılavuz kaptan belgesi ile İskenderun Körfezi ve İzmit Körfezinde, Yalova yetkili kılavuz kaptan belgesi ile Yalova bölgesinde, Karadeniz Ereğlisi Limanı yetkili kılavuz kaptan belgesi ile Karadeniz Ereğlisi limanı bölgesinde aynı hizmet dalında faaliyet gösteren farklı bir kurum adına kılavuz kaptan olarak çalışmayacağını beyan ve taahhüt ettiği, devamında davacının görevinden ayrılmak istemesi durumunda ve belirtilen hususlara aykırı davranması hâlinde taahhüdün gereği olarak yükümlülüğe uymaması nedeniyle işverenin uğrayabileceği bütün zararları karşılamayı, ek olarak 6098 sayılı Kanun’un 446 ncı maddesi uyarınca düzenlenmiş cezai şart olarak son brüt ücretinin sekiz katı ücreti ve çalıştığı her yıl için bir brüt ücret miktarı olarak ödemeyi kabul ettiği, buna ek olarak 6098 sayılı Kanun’un 446 ncı maddesi uyarınca düzenlenmiş olan cezai şartı 110.000,00 USD ödemeyi kabul ve taahhüt ettiği görülmektedir. Taraflar arasında 6098 sayılı Kanun’un 444 üncü ve devamı maddelerine uygun rekabet yasağı sözleşmesi yapıldığı anlaşılmakta olup işçinin, iş sözleşmesinin sona ermesinden bir gün sonra aynı il sınırlarında aynı alanda iştigal eden rakip işyerinde işe başlayarak rekabet yasağına aykırı davrandığı sabittir.

13. Her ne kadar İlk Derece Mahkemesince 6098 sayılı Kanun’un 420 nci maddesi hükmü gereğince hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan cezai şartın geçersiz olduğu, taraflar arasındaki iş sözleşmesi incelendiğinde benzer şekilde davalı işveren aleyhine bir düzenleme bulunmadığı ve cezai şartın karşılıklı olmadığı gerekçesi ile davacının borçlu olmadığının tespiti ile icra takibinin iptaline karar verilmiş ise de 6098 sayılı Kanun’un 444 üncü ve devamı maddelerinde koşulları, sınırları, sonuçları ve nasıl sona ereceği özel olarak düzenlenen rekabet yasağı sözleşmesi, karşı edim içermediği sürece yalnızca tek tarafa borç yükleyen sözleşme niteliğindedir. Rekabet yasağının ihlaline bağlı cezai şartın geçerliliği için sözleşmede veya rekabet yasağı kaydında işveren aleyhine bir düzenlemeye yer verilmesi gerekmediği gibi rekabet yasağının niteliği gereği karşılıklılık koşulu aranmaz. Hâl böyle olunca İlk Derece Mahkemesinin somut olaydaki cezai şarta ilişkin olarak 6098 sayılı Kanun’un 420 nci maddesi bağlamındaki değerlendirmesi isabetli görülmemiştir.

14.Açıklanan ilke ve esaslara göre davacının iş sözleşmesindeki rekabet yasağı hükmüne aykırı davrandığı ve bu madde uyarınca cezai şart miktarı olarak düzenlenen senet uyarınca borçlu olduğu açıktır. İlk Derece Mahkemesince 6098 sayılı Kanun’un 182 nci maddesinin son fıkrası hükmü de göz önünde bulundurmak suretiyle değerlendirme yapılması gerekirken yazılı gerekçe ile davacının borçlu olmadığının tespitine ve icra takibinin iptaline karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

15. Taraflar arasında, davacının kötü niyet tazminatı alacağına hak kazanıp kazanmadığı konusunda da uyuşmazlık bulunmaktadır.

2004 sayılı Kanun’un 72 nci maddesi uyarınca menfi tespit davası açan borçlunun tazminat isteme hakkı vardır. Anılan maddenin beşinci fıkrası aynen; “Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırsa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olamaz.” hükmünü içermektedir. Madde metninden de açıkça anlaşıldığı üzere menfi tespit davası açmak zorunda bırakılan borçlunun tazminat talep edebilmesi için gerekli koşullar; bu yönde bir talep olması, borçluya karşı icra takibi yapılmış bulunması ile takibin haksız ve kötü niyetli olmasıdır.

16. Başka bir ifadeyle 2004 sayılı Kanun’un 72 nci maddesi hükmüne göre menfi tespit davasının davacı (borçlu) lehine sonuçlanması üzerine, alacak likit olsun veya olmasın, böyle bir alacağa dayalı takibin, haksız ve kötü niyetli olması hâlinde, istem varsa davacı (borçlu) lehine kötü niyet tazminatına hükmedilmesi gereklidir. Takibin haksız olması tek başına yetmemekte, ayrıca kötü niyetli olması da gerekmekte olup ispat yükü; takibin kötü niyetli olduğunu iddia eden davacı (borçlu) üzerindedir.

17. Nitekim aynı ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.03.2010 tarihli ve 2010/19-123 Esas, 2010/154 Karar, 07.12.2011 tarihli ve 2011/13-576 Esas 2011/747 Karar ve 20.03.2013 tarihli ve 2012/19-778 Esas, 2013/250 sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.

18. Somut olayda yukarıda belirtilen bozma gerekçesine göre davalı tarafın icra takibinde haksız ve kötü niyetli olmadığının anlaşılmasına göre kötü niyet tazminatı koşulları oluşmadığından kötü niyet tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Temyiz olunan İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,

Peşin alınan temyiz karar harcının istek hâlinde ilgiliye iadesine,

Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,

14.03.2023 tarih

Exit mobile version