Site icon Alomaliye.com Güncel Mevzuat, Muhasebe, Ekonomi, Vergi, SGK Haberleri

Artık Bir Yerden Başlama Zamanı Gelmedi mi? Birol GÜVEN, YMM

Artık Bir Yerden Başlama Zamanı Gelmedi mi?

Birol GÜVEN
Yeminli Mali Müşavir
birolguven9@hotmail.com
Yazar Hakkında

Ekonomik Büyüme nedir?: Bir ülkede yaratılan Gayrisafi Milli Hasıla ve bundan kişi başına düşen miktarın, bir yıldan öteki yıla olumlu yönde gerçekleşen artışına denir.

Bunu hesaplarken dikkat edilmesi gereken şeyler; ne kadar borçlandık, borcun büyümede katkısı nedir. Bu çok önemlidir. Sürekli ülkeye sıcak para akarken bu paraları ölü yatırımlara (inşaat ve tüketim harcamaları) harcarken çok büyüdüğümüzü sanıyorsak aldanmış oluruz. Bunun adı sahte yani kof büyümedir. Eskilerin deyimiyle kemiyetten ziyade keyfiyet önemlidir. Türkçesi nicelikten ziyade nitelik yani vasıf önemlidir. Büyürken ekonominin çarpanlara bakmak gerekir. Yeterince iyi mi, değil mi? biraz üzerinden zaman geçince gerçeklerle yüzleşiyoruz.

Ekonomik Gelişme Nedir?: Ekonomik gelişmeyi tek cümle ile ifade edemeyiz .Birçok faktörü vardır. Gelir dağılımı, dengeli büyüme, ekonomik özgürlük, eğitim gibi birçok kriteri barındırmaktadır. Nitelden çok niceliklere bakıp gelişmeyi buna göre tayin etmek gerekir.

Her iki kelimeyi bir araya getirirsek ekonomik büyüme kadar ekonomik gelişmeyi birbirinden ayrı düşünemeyiz. İnsanın gövdesi büyür ama gelişmesi (beyinsel gelişim, eğitim v.s.) daha önemlidir.

Almanya: İki büyük Cihan  savaşından da darmadağın yenilgi ile çıkıp ve sanki hiçbir şey olmamış gibi şu anda onları mağlup eden ülkelerle onları geçecek derecede refaha, zenginliğe ve gelişmişliğe sahip bir devletin söz konusu gelişimi aslında incelenmelidir. Bunda üretkenliği ve çalışkanlığın etkisi gözardı edilemez. Bunun yanında başka faktörlerin de olduğu bir gerçek. Peki nedir onlar Cevabı nedir? Biz neden onlar gibi gelişip büyüyemiyoruz?

Almanlara bakınca biz onlar kadar savaşlara katılmadık. Yenilginin faturasını ödemedik. Neden iki yakamız bir araya gelmiyor. Ters giden nedir. Bunu cevabını bulmamız gerek. İki yakamızın bir araya gelmediğini ve çaresini diğer olumlu örneklere bakarak bulmamız gerekir.

İkinci Cihan Savaşından sonra Almanya doğu ve batı olarak ikiye bölünmüş, ayrıca topraklarından Polonya diye bir ülke daha doğmuştur. ABD’nin  soğuk savaş yürüttüğü Sovyet tehlikesine karşı Almanya’yı Avrupa’da öncü seçmesi ilk sebeptir. Avrupa’nın tam ortasında, eğitim seviyesi yüksek bir Almanya, kapitalizm için lokomotif seçildi. 1950’den sonraki hızla yükselen üretim gücü, Türkiye gibi zayıf ülkelerden aldığı iş gücü yardımıyla, zirveye ulaştı. zamanın “ne üretirsen satılır” anlayışı pazarlamaya bile gerek bırakmadı. Almanya üretti, sattı, üretti, sattı. Bugünün zengin Almanya’sının temelini oluşturmuştur.

Almanlar 2. Dünya Savaşından mağlup çıkan ve savaşın tüm faturasını karşısında bulmuştur. 32 Milyar Mark borç.  Kişi başına GSMH (milli gelirin) 2 katı borç. O zaman kişi başına Almanya’nın milli geliri 1.500 Mark civarındadır.

Almanya’da resmi söylem, bunun “Alman çalışkanlığı+Amerikan yardımı” ile gerçekleşen bir “mucize” olduğudur.

Tabii ki, Almanların arkasında 100 yıllık bir sanayi tecrübesi ve disiplini var. Ama sadece çalışkanlıklarının bu müthiş borç yüküyle baş etmeye yettiği doğru değil.

50’li yılların başında, aslında, başta Almanya olmak üzere Batı Avrupa ekonomisi çökme noktasında. Bu Amerika için bir kabus, ya işsizlik ve yoksulluğun pençesindeki Avrupalı kitleler, kendilerini Sovyet komünizminin rüzgarına kaptırırlarsa!

İşte bu ihtimale karşı ABD, büyük bir kurtarma operasyonu başlatıyor. Fikir babası Amerikan dışişleri bakanının adıyla bilinen, meşhur Marshall planı. Bu planın bir ayağı, zor durumdaki Avrupa ülkelerine doğrudan Amerikan yardımı.

Ama planın bir ayağı daha var:

Almanya’nın alacaklıları, yine Amerika’nın “ikna gücü” ile  Londra’da masanın etrafına oturuyorlar.

Son derece sert tartışmalarla geçen ve zaman zaman kopma noktasına gelen bir konferans düzenleniyor.

Almanya’nın en saygın bankerlerinden, daha sonra yaklaşık otuz yıl Deutsche Bank’ı yönetecek olan, Hermann–Josef Abs’ın başkanlık ettiği Alman heyeti,  borcu mümkün olduğu kadar indirmeye, vadesini uzatmaya çalışıyor. En büyük alacaklılardan İngiltere ise, en kısa zamanda parasının tümünü tahsil etmeye çalışıyor.

Arayı bulan, masanın devrilmesini engelleyen Amerikalılar oluyor.

Çünkü Amerikalıların önceliği, Batı Almanya’nın Sovyet Bloku karşısında sağlam bir müttefik olarak kalmasını sağlamak.

27 Şubat’ta başlayıp 8 Ağustos 1952’ye kadar süren pazarlıklar sonucu Almanca’da “Londoner Schuldenabkommen” diye bilinen “Alman Dış Borcu konusunda Londra Anlaşması” diye bir uzlaşmaya varılıyor.

Bu anlaşmayla:

– Almanya’nın 32 milyar Mark olan borcunun %60’tan fazlası “traşlanıp” yaklaşık 15 milyar Mark’a indirildi,

– Borcun vadesi 30 yıla uzatıldı,

– Borcun ödenmesi Almanya’nın ticaret fazlası vermesi koşuluna bağlandı,

– Borç  taksitleri de Almanya’nın ihracat gelirinin %3’üyle sınırlandı,

– Borcun bir kısmının ödenmesi de, iki Almanya’nın (o günlerde hiç olmayacağı düşünülen) birleşmesi koşuluna bağlandı.

Marshall Planıyla Almanya’ya gelen doğrudan yardım topu topu 1,4 milyar dolardı. Almanya ekonomisine esas cankurtaran simidini atan işte bu anlaşma oldu.

Bu anlaşma, özellikle de, geri ödemelerin, Almanya’nın dış ticaret fazlası vermesi koşuluna bağlanması, ülkenin 50’li ve 60’lı yıllarda gösterdiği müthiş ekonomik mucizenin anahtarıydı, çünkü alacaklarını kurtarmak isteyen ülkeleri Almanya’dan ithalat yapmaya zorluyordu. Böylece ünlü “Wirtschaftswunder”ı finanse eden, ihracata dayalı Alman sanayisi kendine hazır pazarlar buldu.

Bugün Almanya, haklı bir gururla, “biz Yunanistan dahil bütün ülkelere, İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan bütün borçlarımızı ödedik,” diyor. Doğru, ama ödenen işte bu “traşlanmış” borçlardı.

Tüm bu gelişmeleri Almanlar çalışkanlığı da katarak lehlerine çevirmesini bilmişlerdir.

2020’DE  TÜRKİYE GERÇEĞİ NEDİR?

Türkiye’nin 2020 Mayıs’ındaki durumu;

— 83  Milyon nüfus,

— 480 Milyar USD dış borç,

— Dış borcun ağırlığı gittikçe kamu borçları olma yönünde,

— Bütçe açığı daha da artma eğiliminde,

— Kişi başı milli gelir 8.200 USD seviyesinde,

— Dış borcun milli gelire oranı %70 seviyesinde.

Ne demiştik Almanlara,  Milli gelirin % 200 oranındaki borcu önce traşlayarak ardından çalışarak %25 seviyelerine kısa sürede çekmiştir.

Yapılacak önlemlerin dışa bağımlı ve borcu çevirmek zorunda olduğumuzu bilmemiz gerekir. Borcu borçla kapatmak gelecek nesillere kötü miras demektir.

Ülkemizin dışarıda itibarının en üst seviyeye çıkarmak, ekonomik özgürlük, demokratik uygulamalar, fırsat eşitliği, evrensel hukuk, iyi bir ekonomi yönetimi, uluslararası çevrelerle iyi iletişim kurmakla başlamak gerekir. Ülkemizin diğer ülkelerle kıyasladığımızda eksik olan ekonomik, hukuk ve diğer düzenlemelerinin gözden geçirilmesi gerekir. Sadece bu yeter mi? Asla.

Dış ödemeler dengesindeki cari açık, bütçe açığı, kamudan başlayarak tasarruf tedbirleri alıp, gereksiz ve aciliyeti olmayan yatırımları bir kenara bırakmamız, acı reçeteyi kendimize yazmak gerekir. Almanya gibi çalışıp üretmek ve satmak zorundayız.

Bu kadar borçla her şeyi yok sayarak içine kapanık bir 3. Dünya ülkesi gibi davranamayız. Madem bu kadar borçlandık, bu borcu çevirmesini de ve küçültmesini de bilmemiz gerekir.

Bu ekonomik mücadelede tüm saflarda kurtuluş savaşı başlatmak zorundayız. Yoksa gelecek nesillere borçtan başka ne bırakacağız.

Son söz. Savaş sadece silahla yapılmaz. Ekonomik mücadeleyi etkin kılmak da bir savaştır.

Exit mobile version