Şirketlerin Mali Yapılarını Güçlendirmeye Yönelik Öneriler
Ülke ekonomilerinin sıkıntılı dönemlerinde, gayrisafi hasılada meydana gelen dalgalanmalar sonucunda durgunluk ve/veya enflasyon ortaya çıkmakta ve işletmeler ile bireyler bu koşullardan olumsuz olarak etkilenmektedir. Bu durumda işletmeler açısından stoklar artmakta, nakit ihtiyacı ortaya çıkmakta ve borçlarını ödeyemeyenlerin sayısının artması domino taşı etkisiyle bütün sektörleri ve vergi gelirlerini etkilemektedir. Ülke parasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi sonucunda dışa bağımlı sektörlerde maliyetler artarken yabancı para cinsinden olan borçların ödenmesinde zorluklarla karşılaşılmaktadır. Enflasyon ve/veya işsizliği arttıran bu iktisadi yapı, işletme bilançolarını da olumsuz etkilemektedir.
Bu koşullar içerisinde sıkıntılı dönemlerinde ortaya çıkan ve işletme bilançolarını olumsuz etkileyen durumlar aşağıdaki gibi belirtilebilir.
- Enflasyon dolayısıyla fiyat artışları işletmelerin maliyetlerini arttırır. Maliyet artışları, enflasyon sarmalına neden olabilir.
- Ülke parasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi, dışa bağımlı sektörlerde ithal ürün maliyetlerinin artması sonucunu doğurur.
- Ülke parasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi, döviz cinsinden borcu olan işletmelerin finansman yükünü ağırlaştırır.
- Gerçekte olmayan kazanç vergilendirilir ya da olmayan zarar bilançolara yansır. Bu durum ya mükelleflerin ödeyecekleri vergilerin fazla olmasına ya da zarar durumunda devletin vergi gelirlerinin azalması sonucunu doğurur.
- İşletme aktifine kayıtlı maddi ve gayrimaddi duran varlıklar, değer kaybına uğrar.
- Yatırım mallarının satın alınmaları ile aktife alınmaları arasında geçen sürede yaşanan döviz kuru farklılıkları, yatırımların gerçek değerlerinden daha az bir tutar ile aktife alınmaları sonucunu doğurabilir.
- Teknik iflaslar ortaya çıkar.
- Olumsuz iktisadi koşullar yüzünden, iflas eden ya da konkordato ilan eden tacir sayısı artar. Bu durum zincirleme halinde alacaklarını tahsil edemeyen diğer tacirleri etkiler.
Bu koşullardan olumsuz etkilenmenin sonuçları ise aşağıdaki gibi belirtilebilir.
– İşletmeler, faaliyetlerini sürdürmeleri için gerekli olan nakit sermayeyi sağlayamazlar.
– İşletme stokları artar.
– İşten çıkartmalar artar.
– Girişimcilerin kazançları azalır. Bu durum, yeni işyeri açma kararlarını olumsuz etkiler.
– İşletme bilançolarının gerçek durumu yansıtmaması, bankalara verilen bilançoların kötü görünmesi ve sonucunda kriz dönemlerinde ihtiyaç duyulan kredilerin, bankalardan sağlanamaması sonucunu ortaya çıkartır. Bu işletme sermayelerini olumsuz etkiler. İşletmeler; iflas eder ya da konkordato ilan eder.
– Halka açık şirketlerde, hisse senedi ve tahvil sahiplerine kar payı dağıtımı azalır.
– Halka açık olmayan şirketlerde de ortakların kar payı alamamaları sonucu ortaya çıkar.
– Olumsuz işletme bilançoları, işletme kazançlarının ve dolayısıyla vergi matrahlarının azalmasına ve vergi gelirlerinin azalmasına neden olarak kamu borçlarının artmasına ve/veya kamu hizmetleri kalitesinin olumsuz etkilenmesine neden olur.
Bu olumsuz sonuçların önlenmesi için sorunlu dönemlerinde şirket bilançoları ve etkileşimi dikkate alınarak mükelleflerin gözönünde bulundurmaları ve/veya Devletin işletmelere sağlayabileceği/ sağlaması gereken kolaylıklar aşağıda belirtilmiştir.
1. Yeniden Değerleme Uygulamasının Tekrar Başlatılması
17.2.2003 tarihli ve 5024 sayılı Kanunla Vergi Usul Kanununun mükerrer 298’inci maddesinde yapılan değişiklikle 1 Ocak 2004 tarihinden itibaren Türkiye’de enflasyon muhasebesi uygulanmaya başlanmıştı. Daha sonra enflasyonun düşmesiyle birlikte, koşullar sağlanamadığından 2005 yılından itibaren enflasyon muhasebesi fiilen uygulamadan kalkmıştı. Ancak enflasyon muhasebesi uygulanmamakla birlikte, enflasyonun her ne olursa olsun varlığını sürdürmesi, işletme bilançolarına kayıtlı varlıkların değerini olumsuz etkilemiştir.
Nitekim Vergi Usul Kanununa, 16/5/2018 tarihli ve 7144 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 5 inci maddesi ile eklenen geçici 31 inci madde uyarınca, tam mükellefiyete tabi ve bilanço esasına göre defter tutan gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerine (finans ve bankacılık sektöründe faaliyet gösterenler, sigorta ve reasürans şirketleri, emeklilik şirketleri ve emeklilik yatırım fonları, münhasıran sürekli olarak işlenmiş altın, gümüş alım-satımı ve imali ile iştigal eden mükellefler ile bu Kanunun 215 inci maddesi uyarınca kendilerine kayıtlarını Türk para birimi dışında başka bir para birimiyle tutmalarına izin verilenler hariç) 25.05.2018 tarihi itibarıyla aktiflerine kayıtlı bulunan taşınmazlarını (sat-kirala-geri al işlemine veya kira sertifikası ihracına konu edilen taşınmazlar hariç) 30/9/2018 tarihine kadar belirli şartlarla yeniden değerlemelerinin yapılması imkânı getirilmiştir.
Enflasyon muhasebesi uygulandığı dönemde, düzenlemenin karmaşıklığından dolayı zorluklara neden olmuştu. Bunun yerine enflasyon muhasebesi öncesi dönemde uygulanan ve daha sade bir sistem olan yeniden değerleme uygulaması, tekrar uygulanabilir. Yeniden değerleme uygulamasının basit ve idarenin belirlediği orana tabi oluşu, muhasebe sistemlerinden beklenen verimin alınması anlamında da önemlidir.
Yeniden değerleme uygulaması, gerçekte Vergi Usul Kanununa 5024 sayılı Kanunla girmiş bir düzenleme değildi. Mükerrer 298 inci maddenin söz konusu Kanun ile değiştirilmeden önceki hali uyarınca mükellefler amortismana tabi iktisadi kıymetleri ile taşınmazlarını her yıl için belirlenen yeniden değerleme oranında değerlemeye tabi tutabiliyordu. Değerleme artışı sonucu ortaya çıkan tutarlar, pasifte bir fon hesabında tutulurken vergilendirilmiyordu. Böylece işletmeler de bu uygulamaya tabi varlıklarını, gerçek değerleri ile bilançolarında gösterebiliyorlardı.
7144 sayılı Kanunun 5 inci maddesi ile VUK ya eklenen geçici 31 inci madde aslında bu ihtiyaca yönelik olan ve sadece taşınmazlara ve sınırlı bir süre için tanınan bu hak özelliğindeydi. Bu düzenleme, mükelleflere vergi yükü getirdiğinden dolayı çok rağbet görmeyen bir uygulama olmuştur.
Yeniden değerleme uygulamasının kalıcı hale getirilerek bütün amortismana tabi iktisadi kıymetler ile gayrimenkuller için geçerli olması gerektiği değerlendirilmektedir.
2. Maliyet Artışı Fonu Uygulamasının Yeniden Başlatılması
26.12.1993 tarihli ve 3946 sayılı Kanunun 8. maddesiyle Gelir Vergisi Kanununun 38. maddesine 1 Ocak 1994 tarihinden itibaren yürürlüğe girmek üzere aşağıdaki 2’nci fıkra eklenmişti.
“Gayrimenkullerin ve menkul kıymetlerin alım satımı ile devamlı olarak uğraşanlar hariç olmak üzere bilanço esasına göre defter tutan mükelleflerin iktisap tarihinden itibaren en az iki tam yıl süre ile aktiflerinde yer alan gayrimenkul ve iştirak hisselerinin elde çıkarılmasında maliyet bedeli, bunların iktisap edildiği ve elden çıkarıldığı yıllar hariç hisselerinin elden çıkarılmasında maliyet bedeli bunların iktisap edildiği ve elden çıkarıldığı yıllar hariç olmak üzere her takvim yılı için Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre belirlenen yeniden değerleme oranında artırılarak kazancın tespitinden dikkate alınır.”
Bu düzenlemeye ilişkin kurumlar vergisi mükellefleri için 49 Seri No. lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinde gelir vergisi mükellefleri için de 180 No’lu Gelir Vergisi Tebliğinde açıklamalar yapılmıştı.
Daha sonra bu fıkra, 4108 sayılı kanunun 18. Maddesiyle 1 Ocak 1995 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere değiştirilmiş ve maliyet bedeli artırımı uygulaması, amortismana tabi diğer varlıkları da kapsayacak şekilde genişletilmiş, önceden sadece bilanço esasına göre defter tutan mükellefler bu uygulamadan yararlanırken, değişiklik ile işletme hesabı esasına göre defter tutan mükellefler de uygulama kapsamına alınmıştı. Bu düzenleme enflasyon muhasebesi uygulaması kapsamında daha sonra 17.2.2003 tarihli ve 5024 sayılı Kanunun 9’uncu maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştı.
Halen Kurumlar Vergisi Kanununda en az iki tam yıl süre ile aktiflerinde yer alan gayrimenkul ve iştirak hisselerinin elde çıkarılmasından doğan kazançların % 50’sinin vergiden istisna olmasına ilişkin bir düzenleme yer almaktadır.
“Maliyet artış fonu” olarak tanımlanan bu düzenlemenin gelir vergisi mükellefleri için tekrar uygulanmasının enflasyondan kaynaklanan fiktif değer artış kazançlarının vergilendirilmesini önleyeceği değerlendirilmektedir.
3. Sermayenin Tamamının veya Bir Kısmının Karşılıksız Kalması
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun Anonim Şirketlere ilişkin düzenlemelerin yer aldığı dördüncü kısmının ikinci bölümünde “Yönetim Kurulu”na ilişkin düzenlemelere yer verilmiş olup; Türk Ticaret Kanunu’nun bu bölümünde yer alan 376’ncı maddesinde sermayenin kaybı, borca batık olma durumunda yönetim kurulunun çağrı ve bildirim yükümüne ilişkin düzenlemeler yer almıştır. Söz konusu 376’ncı madde düzenlemesi aşağıdaki gibidir:
“3. Sermayenin kaybı, borca batık olma durumu
a) Çağrı ve bildirim yükümü
MADDE 376- (1) Son yıllık bilançodan, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısının zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşılırsa, yönetim kurulu, genel kurulu hemen toplantıya çağırır ve bu genel kurula uygun gördüğü iyileştirici önlemleri sunar.
(2) Son yıllık bilançoya göre, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşıldığı takdirde, derhâl toplantıya çağrılan genel kurul, sermayenin üçte biri ile yetinme veya sermayenin tamamlanmasına karar vermediği takdirde şirket kendiliğinden sona erer.
(3) Şirketin borca batık durumda bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler varsa, yönetim kurulu, aktiflerin hem işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış fiyatları üzerinden bir ara bilanço çıkartır. Bu bilançodan aktiflerin, şirket alacaklılarının alacaklarını karşılamaya yetmediğinin anlaşılması hâlinde, yönetim kurulu, bu durumu şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesine bildirir ve şirketin iflasını ister. Meğerki iflas kararının verilmesinden önce, şirketin açığını karşılayacak ve borca batık durumunu ortadan kaldıracak tutardaki şirket borçlarının alacaklıları, alacaklarının sırasının diğer tüm alacaklıların sırasından sonraki sıraya konulmasını yazılı olarak kabul etmiş ve bu beyanın veya sözleşmenin yerindeliği, gerçekliği ve geçerliliği, yönetim kurulu tarafından iflas isteminin bildirileceği mahkemece atanan bilirkişilerce doğrulanmış olsun. Aksi hâlde mahkemeye bilirkişi incelemesi için yapılmış başvuru, iflas bildirimi olarak kabul olunur.”
15.09.2018 tarihli ve 30536 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 376 ncı Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Tebliğ’de 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 376 ncı maddesi kapsamında sermayenin kaybı veya borca batık olma durumlarında uyulacak usul ve esaslar hakkında açıklamalarda bulunulmuştur. Tebliğ, anonim ve limited şirketler ile sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketleri kapsamaktadır.
Söz konusu Tebliğde SERMAYE KAYBI’na ilişkin düzenlemeler ile bu düzenlemelere ilişkin değerlendirmelerimiz aşağıdaki gibidir.
Tamamı İçin Tıklayınız (word)
Tamamı İçin Tıklayınız (pdf)
Kaynak: TÜRMOB