Peki Ortaklar Nasıl Geçiniyor?
Gülin GÜRGENÇ
S.M. Mali Müşavir
[email protected]
Bugünkü yazımızda sermaye şirketlerinde kâr dağıtımı, ücret ve buna bağlı olarak ortağın geçim durumuna değinmeye çalışacağız. Tüm canlılar doğa durumunda kaldıklarında yaşama güdüsü ile çalışmak, çabalamak ve hayatta kalmak için mücadele ederler. İnsanoğlu da bunu daha çok bilinç içinde yapar. Bunu yaparken de bir sistem ve yöntem üzerinden tasarlayarak yapar ki buna da en geniş ifade ile İŞ diyoruz. Organize yapılan iş için de şirketleşme mantığı tarihi uzun olan bir kültür birikiminin sonucudur. Modern anlamda şirket, emek veya malların müşterek bir amaca hizmet ettirme edimini gerçekleştirmek üzere sözleşme oluşturularak kurulan yapılara denmektedir.
Ülkemizin iktisadi kalkınmasının gerçekleşmesinde itici güç rolünü üstlenen şirketler, kaliteli mal ve hizmet üretmek, kâr elde etmek, sürekli büyüyüp gelişerek topluma hizmet vermek, çalışanlara en üst düzeyde sosyal ve ekonomik fayda sağlamak, ortaklarına da kâr payı dağıtmak suretiyle bir takım işlevleri birlikte gerçekleştirmek durumundadır.
Kâr bir işin amacı değil, sonucudur. Bu sonuç ile kendi geçimini sağlayacak olan ortaklar şirketlerinde karın dağıtılması suretiyle veyahut huzur hakkı ya da ücret şeklinde emek karşılığını edinebilmektedirler. Türk Ticaret Kanunu’nun 470’inci maddesinde kâr payını sadece safi kârdan ve bu amaçla ayrılmış olan yedek akçelerden dağıtılabileceği belirtilmiştir. Kâr dağıtım kararının verilebilmesinin ilk koşulu, genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri doğrultusunda düzenlenmiş bir bilançoya göre kâr elde edilmiş olunması ya da önceki yıllar kârından bu amaç için kullanılabilecek yedek akçelerin bulunmasıdır. TTK m.408/2’nin (d) bendinde; Finansal tablolara, yönetim kurulunun yıllık raporuna, yıllık kâr üzerinde tasarrufa, kâr payları ile kazanç paylarının belirlenmesine, yedek akçenin sermayeye veya dağıtılacak kâra katılması dahil, bu konulara dair kararların alınması genel kurulun devredilemez yetkisi olarak belirlenmiştir. Böylece genel kurul kâr payının belirlenmesi ve dağıtımı konusunda tek yetkili organ olmaktadır.
İşletme açısından kâr dağıtım politikasının önemi, işletmenin piyasa değerini en yüksek düzeye çıkarmaktır. İşletmenin piyasa değeri yükseldikçe ortaklar da bu durumdan menfaat sağlayacaklardır. Diğer taraftan hissedarlar yapılan yatırımların geri dönüşünü artan oranda ya da sabit ödemeler şeklinde almalıdırlar ki kendi geçimlerini bu fayda üzerinden temin edebilsin. Ancak bazı hissedarlar;
- İşletmenin yatırım kararlarını,
- İşletmenin finansal yapısını,
- Hisse senedi ve tahvil çıkartma giderlerini,
- En çok ta kâr payları üzerindeki vergi etkisini ve kâr paylarını piyasada gereği gibi değerlendirememe düşüncesiyle,
kâr paylarını işletmede bırakmak istemektedir. Bilindiği gibi ülkemizde bir çok şirket, aile şirketi ya da asgari sermaye ile kurulmuş ve sadece vergi politikaları üzerinden kurgulanarak vergiden istisna, kaçınma yolu ile teşekkül etmiş durumdadır. Konumuzun özeline bu şirket yapıları ile baktığımızda şirket ortağının başkaca bir geliri olmamakla beraber yüksek yaşam standartlarına sahip olması akla şu soruyu getirmektedir; acaba şirket kayıt dışı bir faaliyetle mi ticari hayatını idame ettirmektedir? Yani şirket ortaklarının kayıt dışı ekonomiye hizmet ettikleri varsayımına yakın durduklarını söylemek mümkün olabilir mi? Sorusunu akıllara getirmektedir.
Kayıt dışı ekonominin en önemli iki nedeni; kamunun getirdiği sıkı sınırlamalar ve vergi oranlarındaki yüksekliktir. Gelişmekte olan ülkelerde sıklıkla rastlanan kayıt dışılığın sebepleri arasında enflasyon, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, vergi yükünün ağırlığı ve sistemin adaletsizliğine dair yaygın kanı başlıca nedenler olarak nitelendirilmektedir. Bu durum beraberinde birçok problemi de getirmektedir. Öncelikle hazinenin vergi kaybından kolaylıkla söz edilebilir. Bunun yanı sıra aynı sektördeki diğer firmalar açısından haksız rekabet koşulları oluşmakta ve kayıt içindeki firmaların maliyetleri diğer firmalara nazaran oldukça yüksek olmaktadır. Demek oluyor ki, kayıt dışı ekonominin son yüz yılın en önemli problemlerinden biri olarak düşünülmesiyle birlikte aslında doğan vergi kaybı hem devlete hem de topluma zarar vermektedir.
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, ülkemizde iktisadi kalkınmaya geniş ölçekte hizmet eden şirketler, piyasa değerini arttırma ve vergi etkisinden kurtulma gibi çeşitli amaçlar ile elde ettikleri kârı dağıtmayarak şirket ortaklarını büyük ölçüde sınırlandırmaktadırlar. Pragmatik yaklaşımlar “öz” de faydalı görünse de bütünde büyük zararlar doğurabilmektedir. Unutulmamalıdır ki “Bütün, tüm parçaların toplamından büyüktür”.
Bizim gibi maliye ve muhasebe işleri ile uğraşan tüm meslek çevreleri için en derin sorunlardan biride idare ile mükellefin karşı karşıya kaldığı sorunlara karşı çözüm üretmedeki yasal yolların yorumlanma biçiminden kaynaklı farklılıkların çokluğundan ileri gelmektedir. Yasa koyucular birçok yasayı düzenlerken olayın özelliği gereği alt metinler ile üst metinlerin tutarlılığına mutlak suretle dikkat ediyorlardır. Lakin, bazen yasaların da yetersiz kaldığı durumlar medyana gelmektedir. Tıpkı hayatın kendisi gibi.