Muhasebenin Felsefesi
Cemal KADAN
SMMM
KGK Bağımsız Denetçi
[email protected]
“Büyük hazlar güzel eserlerin temaşasından doğarlar.” Demokritos.
Değerli alomaliye okurları, uzun süreden beri aklımda olan fakat bir türlü başlama fırsatını yaratamadığım “muhasebe ve felsefe” konusunu sizinle paylaşmak istedim. Hem sizi biraz olsun Dünya’nın bu parasal zorunluluğundan bir an olsun uzaklaştırmak hem de birbirinden uzakmış gibi gözüken bu iki kavram arasındaki ironik bağı anlatmak isteğindeyim.
Hemen hepimiz, yaptığımız işin zorluğu ve sorumluluğunun yüklediği riskin büyüklüğü açısından, birde üstüne yaşamın bize dayattığı “çalışma” ilkesinin bir gereği olan “iş” hayatının o kendine has zor şartları altında heder olup gidiyoruz. Bu bağlamda her birimiz çok erken yaşlarda bir meslek sahibi olmak ülküsüyle başladığımız ve belki birçoğumuzun orta ve ileri yaşlara gelip “ya ne çabukta geçti şu zaman” dediği bir meslek tercihini yapmış ve ara sıra bunun pişmanlıklarını yaşayıp bazen de iyi ki bu mesleği tercih etmişim diyoruzdur.
Bugün sizi mesleki konudan tamamen farklı, hatta zıtlıkları açısından neredeyse ilgisiz bir konu ile haşır neşir edeceğim. Hemen her gün bize çoğu kez kendimizi unutturan şu kavramları ne çok kullanıyoruzdur; Hesap- kitap, mali işler, mizan, tek düzen, mutabakat, cari, muhtasar, geçici, prim, tahakkuk, tarh, faydalı ömür vb. gibi.
Bu kavramları alıp muhasebeyi felsefeyle nasıl bir arada harmonize edeceğimi ve buradan da “aslında her işin bir felsefesinin” olduğu düşüncesini aktarmaya çalışacağım. Böylece ilk önce Felsefe Nedir?
Felsefe Yunan’ca philosophia sözcüğünden gelmektedir. Antik Yunan’da doğuşunda, merak ve şüphenin önemli rol oynadığı söylenen felsefe, bileşik bir sözcük olarak Grekçe philosophia sözcüğüyle karşılanmıştır. Philosophia sözcüğü, sevmek anlamına gelen “phileo” fiiliyle bilgelik anlamına gelen “ sophia” sözcüklerinden türetilmiş olup, bilgelik sevgisi veya hikmet arayışı anlamını taşır. Yani, Felsefe analojik yaklaşımla; bilgi ve bilgeliği sevmek, doğruluğu araştırmak, özgür düşünce ve eleştirmeyle, sağlam bilgilere ulaşıp eylemlerimizi bunlara göre düzenlemek ve gerçekleştirmektir.
İnsan aklını kullanmaya başladığı ilk andan itibaren kendine bir alet yaptı. Bu aleti kah ağaç yontarak kah bir taşı işleyerek, bazen de bir metali kullanarak yaptı. Aklın ürünü olan bu alet sayesinde “doğa” ya egemen olup, kendi uyumsuzluğunu azaltmaya ve doğayı kontrol etmeye çalıştı. Uygarlık kendinde tarih yazmaya başladığı günden itibaren insana şöyle bir tanım addetti; İnsanı doğaya uygun yaratılmamış canlıların başında hatta doğaya uygun olmayan tek canlı olarak tanımladı. Fakat tarihin ve uygarlığın mirasını bilincinde taşıyan tek sahip de insandı. Diğer canlılarda olmayan akıl ve irade O’nun doğa ile mücadelesinde en kudretli rehberi olmuştur.
İşte, ateşten ve yiyecekten yoksun olan “homo habilis” denen bu becerikli insan türü, içinde yaşadığı dünyayı veya çevresini anlamlı kılmaya ve açıklamaya çalışmıştır. İnsan canlısı, doğa ile giriştiği mücadelede aç kalmamak için ilk önce su kenarlarında kendisine yerleşik bir yaşam alanı oluşturmuş. Sonra günlük yiyecek bulmak için etrafını incelemeye koyulmuştur. Yorulmadan, vazgeçmeden yanına diğer türdeşlerini de alarak daha çok yiyecek için bitmez bir çaba sarfetmiştir. Bakmış ki, bazen doğa o’na istediğini vermiyor, tabiatın zor şartları o’na acımasız davranıyor, çaresiz bir şekilde doğa ile mücadele ediyor ve her seferinde doğa kazanıyor. Öte yandan kendisinden daha güçlü canlılar o’nun yiyecek toplamasına engel oluyor, işte o zaman ya ölecek ya da yine o eşsiz aklını kullanacaktır. Klanlaşma süreci yiyecek ararken arkasına aldığı topluluk ile başlamıştır. Belki de örgütlü toplumun ilk nüveleri böylece filizlenmiştir.
İşte tamda bu sırada, yarın için topladığı “yiyeceklerini bir yerde saklama” ihtiyacı doğmuş ve “insanın türünün ilk kiler” modeli oluşmuştur. Kendine depo yapan ve özel mülkiyet kavramını geliştiren insan için artık bir şeyleri ölçmek, tartmak, hesaplamak ve onları bir başka şeyle değiştirmek vakti gelmiştir. Birlikte iş yapmaya başlayan insanlar için artık ortak bir anlaşma aracının meydana gelmesi kaçınılmaz olacaktır. İşte bu ortak anlaşma aracının adı DİL’ dir. Dil’in ortak metası da matematiktir. Yazı yokken hesap vardı, yine yazı yokken söz vardı. Söz düşünce üstüne kuruldu. Ta ki yazı düşünceyi evinden kovana kadar. Ne zamanki düşünce yazıya döküldü, üstümüzdeki ağırlıklar defterlerde kendine yer buldu. Bu sayede matematik sayesinde alışveriş yapmak kolaylaşmış ve bedel- karşı bedel ölçüleri ortak paydada sabitleşmiştir.
Dil ile birlikte Kültür’ün etkisi ve muhasebe
Dil, en basit tanımıyla bir bildirim aracıdır. Çok geniş anlamıyla dil, düşünce, duygu ve güdüleri, doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak bildirmeye yarayan herhangi bir anlatım aracıdır. Bu tanım bütün canlıların kendi aralarındaki bildirişimlerle ilgili işaret sistemlerini olduğu kadar, insanlar tarafından doğanın ve eşyanın ortak kalıplar halinde anlamlandırılması olgularını da kapsamaktadır. Dilin yazıdan önce oluştuğunu kabul edersek, dilin nasıl oluştuğunu kesin olarak bilebilmenin bir yolu yoktur. İzleri yarım milyon yıl öncesine kadar dayanan insan yaşamına bakıldığında insanların bu işi nasıl geliştirdiklerine dair bir kanıt bulunamamıştır. İlk insanlar, çevrelerindeki sesleri taklit ederek ilkel dilleri oluşturmuşlardır. Bugün bütün dillerde doğal ses yansımalarına karşılık gelen kelimeler bulunmaktadır. Fakat ses olgusuna sahip olmayan kelimelerin oluşumunu açıklamak zordur.
Dili geliştiren ve üstüne yazıyı da keşfeden bu varlık, kültürel bilincini de depo etmeye başlamıştır. Uygarlık tarihi bize insanın ilk kültürlenme belirtisi şöyle izah etmektedir. İnsan topluluğunun nesilden nesile aktardığı inanç, bilgi ve uygulamalar olan kültürü tarihçesi ile de tanımak gerekir. Fransızca Cultura’dan gelen kültür sözcüğü Latince’de, “Colere”, sürmek, ekip-biçmek anlamına karşılık gelmekte ve “cultura” aynı zamanda Türkçe’deki “ekin” anlamında da kullanılmaktadır. İlk kez Voltaire’in “Culture” sözcüğünü, insan zekâsının oluşumu, gelişimi, geliştirilmesi ve yüceltilmesi anlamında kullanmış olduğu ileri sürülmektedir. Toprağa tohum ekmeyi ve ektiğini biçmeyi sonra da biçtiğini pişirerek yemeyi, fazla olanı saklamayı, sakladığının çoğalması ile O’ nu elinden çıkarmayı bir bedele denk getirerek satmayı öğrendiği günden sonra veresiye vermeye başlamasıyla muhasebe sistemi hayatına girmiştir artık.
Muhasebe Nedir?
Muhasebe, finansal karakterli, para ile ifade edilebilen işlem ve olayların kaydedilmesi, sınıflandırılması, özetlenerek raporlar halinde sunulması ve yorumlanması ile ilgili bir sanat olarak tanımlanmaktadır. Sözlük anlamı; hesaplaşma, karşılıklı hesap görme, hesap işleriyle uğraşma, hesapların bütünü, hesap işlerinin yürütüldüğü yer, saymanlık olan muhasebenin tanımı, işletmenin varlıkları ve kaynakları ( sermayesi ve borçları) üzerinde değişme yaratan ve para ile ifade edilen mali nitelikli işlemlere ait bilgileri; kaydetmek, sınıflandırmak, özetlemek, analiz etmek ve yorumlamak suretiyle ilgili kişi ve kurumlara raporlar halinde sunan bir bilgi sistemidir. Muhasebe, ekonomik faaliyetlerde bulunan işletmelerin, finansal (parasal) karakterdeki bütün işlem ve değerlerini kaydetme ve sınıflama ilmidir. Muhasebe, bir işletmede meydana gelen değer ve miktar artış ve azalışlarının sürekli şekilde kaydeden, belirli dönemlerde bunların özetini çıkaran (bilanço) sonucu saptayan (gelir tablosu), raporlayan ve bunları yorumlayarak ilgisi bulunduğu kişilere ve kurumlara, amaçlarına uygun yararlı bilgiler sağlayan, sanat, bilim ve uygulamadır.”
“Her kuşak tarlasını ölülerinin kemikleri üstünde sürer.” Camille Paglia
Muhasebenin Gelişim Süreci
Muhasebe konuları 15. yüzyıl sonuna kadar doğal bir seyir izleyerek gelişmiştir. Bu itibarla, teşebbüsler faaliyetleri sırasında karşılaştıkları kayıt problemlerini ve organizasyon ihtiyaçlarını, olayların akışına bağlı bir şekilde pratik çareler arayıp bulmakla gidermeye çalışmışlardır. Ancak Toskanalı bir rahip olup geniş bir matematik bilgisine sahip Luco Paciola’nun 1494 yılında İtalya da yayınladığı “Summa Aritmetica” adlı eserle birlikte muhasebenin doğal gelişme dönemi kapanmış, uygulamaların yanı sıra nazari düşünceler de konuyu etki altında bırakmaya başlamıştır. Böylece İtalya prensipleri itibariyle bütün dünyaya yayılan muhasebe tekniğindeki Rönesansın da beşiği olmuştur.
Söz konusu eserle birlikte, muhasebe tekniği aynı zamanda hem pratik hem de teorik bakımlardan gelişme yoluna girmiştir. Muzaaf muhasebe usulünün kurucusu olan Luco Paciola ile birlikte muhasebenin doğal gelişme seyri sona ermekte ticaret hayatının gelişmesine paralel olarak süratle gelişmiştir. Ancak muhasebenin bir organizasyon aracı olarak ele alınıp, bütçe uygulamasına ve yönetim amaçlarına paralel bir şekilde işlenmesi 19. yüzyıl sonlarına doğru olmuştur. 19. yüzyıl muhasebe literatürünün gerek pratik gerek teorik alanlarda zenginleşip yaygın bir hal aldığı dönemdir.
Bu tanım muhasebenin klasik ve modern fonksiyonlarını da kapsamaktadır. İlk zamanlarda, defter tutma şeklinde kabul edilen muhasebe, işlem ve olayların kaydedilmesini, sınıflandırılmasını ve sonuçların raporlar halinde sunulmasını gerçekleştirmiştir. Ancak ekonomik gelişmeler neticesinde işletme yöneticileri muhasebeden bazı bilgileri analiz etmesini, yorumlamasını ve bunlarla ilgili raporları kendilerine sunmasını beklemişlerdir. Böylece zaman içinde muhasebe işlemlerin basit kayıt tekniğinden yöneticilerin karar almasına yardımcı olan ve işletme faaliyetlerini kontrol eden bir araç haline gelmiştir.
Muhasebe kayıtlarının kullanımı M.Ö. 5000 yıllarına kadar iner. Babil, Mısır, Eski Yunan, Roma, Eski Avrupa ve Orta Çağda muhasebe kayıtlarına rastlanmıştır. Ancak bu kayıtlar, sistemli belli kurallara dayanan sistemler olmayıp envanterlerle ilgili listeler ücret ödemeleri, borç alacak hesapları, vergi takdirleri ile ilgili kayıtlardı. İnsanlar ve işletmeler gelişimin her safhasında muhasebeyi kendi ihtiyaçlarına uygun olarak, bildikleri veya öğrendikleri kayıt ve analiz teknikleri çerçevesinde yönetim, kontrol, ticari delil, vergi toplama, raporlama gibi amaçlar için kullanmışlardır.
12.yüzyılda muhasebe kayıtları çok basit şekilde idi. 13. yüzyılda kredi işlemlerindeki artış ve işletmelerin ihraç ürünleri için yabancı şehirlerde şubeler kurmaları veya acenteleri kullanmaları muhasebe kayıtlarını etkilemiş, daha karmaşık muhasebe kayıtlarına ihtiyaç doğurmuştur. Muhasebede modern anlamda yöntem 13. ve 14. yüzyıllarda çift taraftı kayıt sisteminin gelişmesi ile başlamıştır.
Haçlı seferi ile Akdeniz’de ticaretin gelişmesi ve Rönesans döneminde İtalya şehirlerindeki ticari canlılık kayıt sisteminin gelişmesini zorunlu hale getirmiştir. Floransa’da ithalat, üretim ve elbise satışı ile uğraşan del Bene şirketi 1322 de etkili bir kayıt sistemi kurmuş, tam olarak çift taraflı kayıt sistemini gerçekleştirmemişse de çoğu durumda çift taraflı kayıt yapmıştır.
14.yüzyılda İtalyan tacirler ve imalâtçılar endüstriyel faaliyetleri büyütmüş ve şubeler kurmuşlardır. Banka ve diğer finansal kurumlarla Orta Asya’ya kadar ticareti organize etmişlerdir. Böylece İtalyan tacirlerinin ekonomik ve politik etkileri İskandinavya’dan Hindistan’a kadar yayılmıştır. 1340 yılında Cenova şehrinin yönetiminde çift taraflı kayıt sistemi tatmin edici bir hesap planı ile kullanılmıştır. Bu hesap planında ayrı masraf hesapları, bir sermaye hesabı olarak şehir hesabı kullanılmış, masraf ve gelir hesapları yılsonunda kapatılmıştır. Çift taraflı kayıt sisteminde en büyük gelişme Tuscan’lı bir tüccar ve bankacı olan Francesco di Marco Datini’nin kayıtları ile sağlanmıştır. Datini’nin işletmesinde ilk zamanlar tek taraflı kayıt sistemi kullanılmış, 1390 yılından itibaren çift taraflı kayıt sistemine geçilmiştir. Datini’nin 31 Ocak 1399 tarihli Bilançosunda Borçlular, Alacaklılar, Dış İlişkiler Bakiyesi Şubeler Bakiyesi, Stoklar, Şüpheli Alacaklar, Ödenecek Vergiler, Amortismanlar, ihtiyatlar, pay senetleri, bilanço tanziminde izi bulunamayan hatalar gibi hesaplar vardı.
Batılı yazarların ilk muhasebe kitabı yazarı olarak Pacioli’yi göstermelerine rağmen Abdullah İbn Muhammed İbn Kiya AI-Mazanderani’nin “Resalâ-i Falakiyya der ilmi Siyagat” isimli eseri 1363 yılında yayınlanmış olup çift taraflı kayıt sistemine ait ayrıntılı örneklere sahiptir.
Hesap kitap yapmanın tarihi insanlık tarihiyle neredeyse eşdeğerdir. Düşünceye dayalı her eylem içinde felsefeyi mutlak olarak barındırır. Bizim gibi işini akıl gücüyle yapanların, ne, neden, nasıl, niçin, kim gibi felsefeye doğrudan yöneltilecek tüm soruların cevabını kendi işimizdeki müsbet çözümler içinde ararız. Biz bu cevapları ararken yalnızca “kar” a odaklanmıyoruz. Tutarlılık, ahlaklılık, sürdürülebilirlilik, güvenirlilik gibi erdem ölçülerine de etik normlar bakımından sadık kalmaya çalışıyoruz. Buna meslek etiği denmektedir. Görüldüğü gibi, içinde etik değerleri barındıran, toplum ahlakı ile birlikte gelişen ve insanlık tarihinin somut kültür öğeleri ile birlikte aynı zamanda yolculuk yapan hesaplama süreci ve bunların anlam bütünlüğü muhasebenin de bir felsefi yanını olduğunu bize işaret eder. Her kültür öğesi ki bu kültür birikimi tamamen nesilden nesile aktarımları sayesinde niteliği bakımından fenomolojik bir yapı ile bezendiğinden kültürel bir kalıt olarak tarihe mal olmuştur. Her iki benzerlikte mesleki yıpranmadan alır varlık nedenini. Filozofların ve muhasebecilerin sonsuz kederleri ve mükellefe karşı bitmez tükenmez enerjileri ve şen olmaları da buradan gelir. Hepinize şenlik dolu bir ömür, koca bir yürek dilerim.
Kaynaklar:
- Muhasebe Felsefesi, Dursun Ali YAZ, Minval Yayınevi, 2014 basım
- Muhasebenin tarihçesi ve Gelişimi, Murat GÜZEL, İstanbul 2010
- Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, Remzi Kitabevi, 1994