Ali ÇAKMAKCI[1]
Yeminli Mali Müşavir
Bağımsız Denetçi
cakmakciali@taxauditingymm.com
I-ÖRTÜLÜ SERMAYE KAVRAMI-HUKUKİ MAHİYETİ:
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu (KVK)’nun 12’inci maddesinde “örtülü sermayeye” ilişkin bir tanıma yer verilmiş olup, örtülü sermayenin oluşma koşullarına ilişkin açıklamalarda bulunularak uygulama yönlendirilmeye çalışılmıştır.
Bahsi geçen kanun maddesine göre kurumların, “ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden”, “doğrudan veya dolaylı olarak” temin ederek “ işletmede kullandıkları borçların”, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun “öz sermayesinin üç katını aşan kısmı”, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye sayılmaktadır.
Yine mezkur Kanunun 11’inci maddesinin birinci bendinin “b” alt bendinde örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faizlerin, kur farklarının ve benzeri giderlerin kurum kazancının tespitinde gider indiriminin kabul edilmeyeceği belirlemesi yapılmıştır[2].
Buna göre 5520 sayılı KVK’nda kurumun doğrudan veya dolaylı olarak ortak ve ortakla ilişkili sayılan kişilerden sağlayarak işletmede kullandığı borçların örtülü sermaye olarak dikkate alınabilmesi için, bu şekilde sağlanan borçların toplam tutarının kurumun dönem başı öz sermayesinin üç katını veya ana faaliyet konusuna uygun olarak faaliyette bulunan ortak veya ortakla ilişkili kişi kapsamında bulunan banka ve benzeri kredi kurumlarından yapılan borçlanmalar için altı katını aşması gerekmektedir.
Kurumlar ancak kendisine sermaye yoluyla (organik bir bağ ile) bağlı bulunan ilişkili gerçek ve tüzel kişilere veya ana sözleşmede belirtilen kişi ya da kuruluşlara kâr payı dağıtabilmektedirler. Kurumların ortaklarına kar payı dağıtabilmeleri yukarıda da ifade edildiği üzere ticari anlamda bir kar sağlanıp, bu karın vergi kanunlarınca tespit edilen matrah üzerinden hesaplanan kurumlar vergisi ödendikten ve yasal diğer yükümlülükler yerine getirildikten sonra dağıtımı mümkün bulunmaktadır. Fakat, kurum ortakları zaman zaman kuruma sermaye sağlamak yanında borç vererek finansman imkanı sağlamakta ve kuruma sağlanan bu finansman imkanı dolayısıyla faiz vb. isim altında gelirler elde etmektedirler.
Örtülü sermaye müessesesi de özü itibariyle yukarıda ifade edildiği üzere bu sübjektif ilişkinin sonucunda bir emsal güvenlik maddesi olarak ilişkili kişiden temin edilen borçlar nedeniyle kurum tarafından ödenen/hesaplanan faiz, kur farkı veya benzeri isimlerle kurum kazancının aşındırılmasının engellenmesi amacını temsil etmektedir.
Konuya ilişkin düzenlemeleri içeren 1 seri nolu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğine göre örtülü sermaye uygulamasında temin edilen borcun tamamının değil, sadece öz sermayenin üç katını aşan kısmının örtülü sermaye sayılması ve bu kısma ilişkin faiz, kur farkı ve benzeri giderlerin, Kurumlar Vergisi Kanunu uygulamasında gider kabul edilmemesi hüküm altına alınmıştır.
Kanunda borcun hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı örtülü sermaye olarak kabul edildiğinden, bu limiti aşan kısma isabet eden faiz, kur farkı ve benzeri giderlerin geçici vergi dönemleri de dahil olmak üzere vergi matrahından indirilmesi mümkün olmayacaktır[3].
II-VADE FARKI MAHİYETİNDEKİ GİDERLER:
Piyasa koşulları ve ticari teamüllere[4] göre yapılan vadeli mal ve hizmet alımları ile ilgili olarak ortaya çıkan borçlanmalarda, “vade farkı tutarları ayrıca hesaplanmış olsa da” bu borç tutarları örtülü sermayenin varlığının tespitinde dikkate alınmayacaktır.
Söz konusu süreleri aşan vadeli alımlar nedeniyle ortaya çıkan borçlar örtülü sermayenin varlığının tespitinde dikkate alınacak; bu şekilde hesaplanan örtülü sermaye tutarına isabet eden “vade farkları” tespit edilerek örtülü sermaye üzerinden ödenen faiz vb olarak kabul edilecektir.
1 seri nolu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğine göre “ticari teamüllere/piyasa koşullarına uygun vadelerle” yapılmış bulunan vadeli mal ve/veya hizmet alımları örtülü sermayenin tespitinde hiçbir şekilde dikkate alınmayacaktır.
Vadeli mal ve/veya hizmet alımlarının örtülü sermaye eleştirisi içerisinde değerlendirilecek bir unsur olarak görülmesi; ancak ve ancak işlemin ticari teamüllerinin ötesinde veya piyasa koşullarına uygun olmayan vade durumlarına bağlıdır. Bu durumlar ise esas itibariyle mükellefin objektif ve emsal teşkil edecek işlemler için gerçekleştirdiği veya gerçekleştirmesi beklenen vadelerdir[5]. Bu vadelerin ötesinde gerçekleşen işlemler/cari hesap borçlanmaları diğer koşulların da varlığında örtülü sermayenin konusunu oluşturmaktadır.
Ayrıca, mükellefin borcu yanında ilişkili kişiden alacağı da var ise bahsi geçen alacak örtülü sermaye konusunda değerlendirme konusu edilemeyecektir.
Keza, vadeli çek uygulamasında da her ne kadar Maliye Bakanlığı stopaja tabi ödemelerde hesaben ödemenin bir unsuru sayarak çekin ihdas edilmesini doğrudan stopaja tabi tutmasına karşın, 64 seri nolu Sirkülerde bu sefer poliçe veya bono mahiyetinde bir senet mahiyetinde değerlendirse de; ödeme aracı olan çekin vadeli/ileri keşide tarihli düzenlenmesi borcun vadeli olma mahiyetini değiştirmeyeceği, olayın gerçek mahiyetinin de bunu gerektirdiğini, aksi takdirde (her hal ve şart için olmamak şartıyla) muvazzalı durumları ortaya çıkarabileceği ve borcun temelde bir vadeye bağlanma niyet ve arzusunun varlığı temel karinedir.
Sonuç olarak ta örtülü sermaye konusunda şartların varlığında ileri tarihli çeklerle yapılan borçlanmaların da bize göre hesaplamalarda örtülü sermaye olarak dikkate alınması gerektiği düşünülmektedir.
Öte yandan, gelecekte yapılacak bazı mal ve hizmet teslimleri karşılığında peşin alınan ya da verilen değerleri ifade eden avanslar, sipariş yöntemi ile mal alan işletmenin, sipariş ettikleri iktisadi değerlerin üretiminde üretici işletmeye finansman imkanı sağlamak amacıyla verilebileceği gibi, satış fiyatını düşük tutmak veya satış garantisi sağlamak amacıyla da verilebilmektedir. Avanslar hangi amaçla verilirse verilsin işletmeye finansman imkanı sağladığı açıktır. Dolayısıyla, alınan avanslar da işletme bakımından alınan borç olarak değerlendirilecek ve örtülü sermaye hesaplamasında dikkate alınacaktır.
Ancak, inşaat işlerinde yapılan iş kısmı ile orantılı olarak hesaplanıp ödenen istihkak bedellerinin avans olarak kabul edilip örtülü sermayenin hesabında borç unsuru olarak dikkate alınması söz konusu değildir.
III-REESKONT FAİZ GİDERİ KONUSU:
213 Sayılı Vergi Usul Kanunu (VUK)’nun 264. maddesinde tasarruf değeri “bir iktisadi kıymetin değerleme gününde sahibi için arz ettiği gerçek değer” olarak tanımlanmıştır.
Vergi hukuku literatüründe alacak veya borç senedinin değerleme günündeki değerine indirgenmesi reeskont olarak belirtilmektedir. Daha açık bir ifadeyle de Reeskont, senede bağlı alacak ve borç tutarı içinde yer alan veya aldığı varsayılan vade farkının veya vade farkı mahiyetinde olan kısımların uygun ve yasal bir iskonto haddi ile tespit edilip, ilgili olduğu döneme aktarılmasını sağlayan bir değerleme hükmü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mezkur Kanunun 281. Maddesine göre;
“Vadesi gelmemiş olan senede bağlı alacaklar değerleme gününün kıymetine irca olunabilir. Bu takdirde, senette faiz nispeti açıklanmış ise bu nispet, açıklanmamışsa Cumhuriyet Merkez Bankasının resmi iskonto haddi uygulanır.
Bankalar ve bankerler ile sigorta şirketleri alacaklarını ya Cumhuriyet Merkez Bankasının resmi iskonto haddi veya muamelelerinde uyguladıkları faiz haddi ile, değerleme günü kıymetine irca ederler.”
- Maddesine göre ise;
“Vadesi gelmemiş olan senede bağlı borçlar değerleme günü kıymetine irca olunabilir. Bu takdirde senette faiz nispeti açıklanmışsa bu nispet, açıklanmamışsa Cumhuriyet Merkez Bankasının resmi iskonto haddinde bir faiz uygulanır.
Banka ve bankerler ile sigorta şirketleri borçlarını, Cumhuriyet Merkez Bankasına resmi iskonto haddi veya muamelelerinde uyguladıkları faiz haddiyle, değerleme günü kıymetine irca ederler.
(3239 sayılı Kanunun 22’nci maddesiyle eklenen fıkra) Alacak senetlerini değerleme gününün kıymetine irca eden mükellefler, borç senetlerini de aynı şekilde işleme tabi tutmak zorundadırlar.”
Özetle; vergi hukukunda Reeskont Müessesinin işlerliğinin biraz da içtihadın katkısıyla aşağıdaki koşullara bağlı olduğu ifade edilebilir[6]:
- Alacak Veya Borcun İktisadi İşletme Bünyesinde Doğmuş Olması,
- Senede Bağlı Olması,
- Senedin «Vade İçermesi»,
- Değerleme Günü İtibariyle Vadesinin Gelmemiş Olması,
- Değerleme Günü İtibariyle Senedin İşletmenin Aktifinde Veya Pasifinde Yer Alması,
- Alacak Senedinin Hasılat Unsuru, Borç Senedinin Gider Veya Maliyet Unsuru Olması Gerekir (Maliye Bakanlığı İç Genelgesi),
- Bankalar, Bankerler Ve Sigorta Şirketleri Dışında Kalan Ve Bilanço Esasına Göre Defter Tutan Mükellefler İçin Reeskont İşlemi İhtiyaridir.
- Mükelleflerce Bir Yıl Reeskont İşleminin Yapılması Diğer Yıllarda Da Alacak Ve Borç Senetlerinin Reeskonta Tabi Tutulmasını Gerektirmemektedir. Tercihler Her Faaliyet Dönemi İçin Ayrı Ayrı Kullanılabilecektir.
- Senetlerin Tamamımın Reeskonta Tabi Tutulması Gerekir.
- Alacak Senetlerini Reeskonta Tabi Tutan İşletmeler Borç Senetlerini De Aynı Dönemde Reeskonta Tabi Tutmak Zorundadır.
- Reeskont Hesaplamasında İç İskonto Yönteminin Kullanılması Gerekir. (F= A – [ A X 360 / (360 + M X T)] (A= Senedin Nominal Değeri, M= Faiz; Oranı, T= Vade) (238 Seri No.Lu VUK Genel Tebliği)
- MB Kısa Vadeli Avans Faiz Oranı Kullanılacaktır (Senette Faiz Oranı Yoksa-BSMV Mükellefleri Hariç)
- Bankalara Teminata Ve Tahsilata Verilen Senetler (Vadeli Çekler) De Reeskonta Tabi Tutulabilir.
- Ticari Bir Mahiyette Yani Gerçek Bir Alış Ya Da Satışla İlgili Olmayan Alacak Ve Borç Senetleri Reeskonta Tabi Tutulamaz /Hatır Senetleri Reeskonta Tabi Değildir.
- Yıllara Sari İnşaat Dolayısıyla Alınan Senetler Reeskonta Tabi Tutulmaz. (Maliye Bakanlığı İç Genelgesi)
- Kampanyalı (Ön Ödemeli) Satışlarla İlgili Olarak Alınan Senetler İçin Reeskont Hesaplanmaz. (Maliye Bakanlığı İç Genelgesi) (Fatura Hasılat Olarak Kayıtlara Girmeden Reeskont Yapılamaz)
- Şüpheli Alacak Durumundaki Senetli Alacaklar Reeskonta Tabi Tutulmaz[7].
- Müflisten Olan Senetli Alacaklar İçin Reeskont Hesaplanmaz (Müflis, Mahkeme Tarafından İflas Ettiğine Hükmedilen Kimsedir.).
- Banka, Banker Ve Sigorta Şirketleri İçin Zorunlu Bir Uygulamadır.
Yukarıda yer verdiğimiz yasal açıklamalar dikkate alındığında mükelleflerin (banka, banker ve sigorta şirketleri zorunlu olmaları durumu nedeniyle hariç) reeskont nedeniyle faiz gideri olarak kurum kazancını düşük göstermelerinin temel olasılıkları aşağıdaki gibidir:
1-Mükellef, ihtiyari olması ve hukuken de imkan bulunması nedeniyle bir önceki dönem (alacak senetleri olsun veya olmasın) sadece borç senetlerini reeskonta tabi tutarak bulduğu tutarı gelir olarak dikkate almış ve dolayısıyla ertesi hesap döneminde de bulduğu bu reeskont tutarını ters kayıtla bu sefer “reeskont faiz gideri” olarak dikkate almış olabilir;
2-Mükellef, alacak senetleri ile borç senetlerinin tamamını reeskonta tabi tutarak içinde bulunulan dönemde net “reeskont faiz gideri” hesaplamış olabilir;
3-Mükellef, alacak senetleri ile borç senetlerinin tamamını reeskonta tabi tutarak önceki dönem net reeskont faizi olarak hesapladığı tutarı, sonraki dönemde net “reeskont faiz gideri” olarak dikkate alıyor olabilir;
4-Mükellef; borç senetlerinin bulunmaması veya bulunmakla birlikte reeskont uygulaması kapsamına girmemesi nedeniyle sadece alacak senetlerine reeskont uygulaması yaparak içinde bulunulan dönemde “reeskont faiz gideri” hesaplamış olabilir[8].
Reeskonta konu vadeli borç ve alacak senetleri ile ileri tarihli çekler ortak ve ortakla ilişkili kişilerden de sağlanmış olabilmektedir. Bu durum ise örtülü sermaye açısından değerlendirilmesi gereken başka bir hususu ortaya koymaktadır.
IV-ORTAK VE/VEYA ORTAKLA İLİŞKİLİ KİŞİ KAYNAKLI REESKONT FAİZ GİDERİNİN ÖRTÜLÜ SERMAYE ELEŞTİRİSİNE TABİ TUTULMASI MÜMKÜN MÜDÜR?
Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları her türlü borcun, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye sayılacaktır.
Özetle; işletmede kullanılan borçların hukuken örtülü sermaye sayılabilmesi için;
- Doğrudan veya dolaylı olarak ortak veya ortakla ilişkili kişiden temin edilmesi,
- Bu borcun fiilen işletmede kullanılması,
- Bu şekilde kullanılan borcun hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşması
gerekmektedir. Yani; örtülü sermayeden söz edilebilmesi için borcu alan kurumun bu borcu işletme veya yatırım harcamalarında kullanması gerekmektedir. Bu borcun aynı şartlarla diğer başka bir kuruma aktarılması halinde, işletmede kullanılan bir borçtan söz etmek mümkün olmayacak ve bu borçlanma nedeniyle örtülü sermaye oluşmayacaktır.
Buna karşın, bu durumun özel bir halini temsil eden konu ise vade farkları veya vade farkı mahiyetindeki kurum kazancını aşındırıcı giderlerdir.
Reeskonta konu vadeli borç ve alacak senetleri ile ileri tarihli çekler ortak ve ortakla ilişkili kişilerden de sağlanmış olabilmektedir. Hukuken bu durumu engelleyen bir durum bulunmamaktadır. Bu durum ise örtülü sermaye açısından değerlendirilmesi gereken başka bir hususu ortaya çıkarmaktadır.
Vadeli mal ve/veya hizmet alımlarının örtülü sermaye eleştirisi içerisinde değerlendirilecek bir unsur olarak görülmesi; daha önce de belirttiğimiz üzere ancak ve ancak borç veya alacağa kaynaklık teşkil eden işlemin ticari teamüllerinin ötesinde veya piyasa koşullarına uygun olmayan vade durumlarına bağlıdır. Bu durumlar ise esas itibariyle mükellefin objektif ve emsal teşkil edecek işlem türleri için gerçekleştirdiği veya gerçekleştirmesi beklenen vadelerdir. Aksi takdirde, ilişkili kişiler arasında bu sefer transfer fiyatlandırması konuları gündeme gelebilecektir. Bu vadelerin ötesinde gerçekleşen işlemler/cari hesap borçlanmaları örtülü sermayenin konusunu oluşturmaktadır.
Ayrıca, mükellefin borcu yanında ilişkili kişiden alacağı da var ise bahsi geçen alacak örtülü sermaye konusunda değerlendirme konusu edilemeyecektir.
Keza, vadeli çek uygulamasında da her ne kadar Maliye Bakanlığı stopaja tabi ödemelerde hesaben ödemenin bir unsuru sayarak çekin ihdas edilmesini doğrudan stopaja tabi tutmasına karşın, 64 seri nolu Sirkülerde bu sefer poliçe veya bono mahiyetinde bir senet mahiyetinde değerlendirse de; ödeme aracı olan çekin vadeli/ileri keşide tarihli düzenlenmesi borcun vadeli olma mahiyetini değiştirmeyeceği, olayın gerçek mahiyetinin de bunu gerektirdiğini, aksi takdirde (her hal ve şart için olmamak şartıyla) muvazzalı durumları ortaya çıkarabileceği ve borcun temelde bir vadeye bağlanma niyet ve arzusunun varlığı temel karinedir.
Sonuç olarak ta örtülü sermaye konusunda şartların varlığında ileri tarihli çeklerle yapılan borçlanmaların da bize göre hesaplamalarda örtülü sermaye olarak dikkate alınması gerektiği düşünülmektedir.
Burada “vade farkları” için özel bir sınır belirlemekte yarar bulunmaktadır. Örtülü sermaye eleştirilerinde örneğin çeşitli yorum ve tespitlerle piyasa koşulları ve ticari teamüllerin 4 ay olarak belirlediği vade koşullarında (bazen sınırlayıcı süreler kanunlarla da getirilebilmektedir, örneğin yeni TTK küçük tacirin alacaklarının belli bir süre içinde ödenmesini hukuk düzeninde emredici bir kural haline getirmiştir); bahsi geçen borçlanmaya konu işlem fiilen 7/8/9 ay gibi sürelerle işleme konmuşsa bu durumda sadece bu 4 aylık vadeyi aşan borçlanmalara isabet eden faiz, kur farkı, vade farkı veya benzeri isimli giderlerin reddi gerekmektedir. Tamamının reddi bize göre hukuken mümkün değildir.
Reeskont faiz gideri ile vade farkı ise hemen hemen aynı amaca hizmet etmektedir. Reeskont faiz giderleri (gelirleri) esasında değerleme gününde borç veya alacağa kaynaklık edecek tutarların değerleme gününde işletme için haiz olduğu değeri, yani tasarruf değerini bulmak için yapılan bir “değerleme işlemi” sonucudur. Bu doğrultuda reeskont faiz gideri, aslında senedin değerleme gününde oluşan değerinin, yani peşin değerini ölçmeye yarayan bir araçtır. Bir diğer ifadeyle, vade farkının kanun hükmündeki teknik karşılığıdır[9].
Bu durumda, örtülü sermaye kapsamında değerlendirilmesi gerektiği düşünülen reeskont faiz giderleri veya gider kısımlarının nasıl hesaplanacağı sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, özellikle dönem başı özsermayesi negatif olan kurumlarda ortak veya ortakla ilişkili olan borçlara isabet eden faiz, kur farkı, vade farkı (sadece piyasa koşulları ve ticari teamül sınırlarını aşan kısımlar), ve benzeri tüm giderlerin indirimi red konusu edilecektir.
Örtülü sermaye incelemelerinde ise reeskont faiz gideri;
1-Ortak veya ortakla ilişki kişilerden kaynaklanan borca istinaden hesaplanmış bir tutar ise;
2-Bu ortak veya ortakla ilişki kişi veya kişilerden temin edilen borcun vadesi piyasa koşullarının veya ticari teamüllerin ötesinde oluşmuş ise;
3-Reeskont faiz giderine kaynaklık edecek borç tutarı dahil, kapsama giren tüm borçlar dikkate alındığında toplam borcun dönem başı özsermayesinin üç katını, bazı özel durumlarda altı katını aşması durumunda; “bu durumun devam ettiği sürece”;
Hesaplanan reeskont faizlerinin kurum kazancının tespitinde bize göre hukuken reddi gerekmektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken hususların aşağıdaki gibi olduğunu ifade edebiliriz:
1-Reeskont faizine kaynaklık teşkil edecek senetli borçların/vadeli çeklerin sadece ortak ve ortakla ilişkili kişiden temin edilmiş olması,
2-Bu borçlardan sadece piyasa koşulları ve ticari teamüllerin ötesindeki vadeli borçlanmaların dikkate alınması;
3-Bu kapsamdaki piyasa koşulları veya ticari teamüllerine uygun vadeyi aşmayan borçlanmaların hesaplamalara dahil edilmemesi,
4-Bu kapsamdaki borçlar için sadece bahsi geçen vadeleri aşan kısma isabet eden reeskont faizlerinin red edilmesi,
5-Bu kapsamda red konusu olan reeskont faizi giderlerinin, örtülü sermaye kapsamındaki tüm borçların toplamının dönem başı özsermayesinin 3 katını (bazı durumlarda altı katını) aştığı sürece hesaplanması,
6-Bahsi geçen ortak veya ortakla ilişkili kişiden temin edilen borcun ertesi dönem başı ters kayıtla kapatılıp geçici vergi dönemi veya ertesi hesap dönemi sonucunda tekrar reeskont faiz gideri hesaplanması durumunda (varsa) net reeskont faiz gideri tutarının yukarıdaki hesaplama teknikleri dikkate alınarak red konusu olması,
Gerekmektedir.
Reeskont faizi uygulamasında borcun aslı etkilenmediğinden bu kapsamda KDV dikkate alınabilecek bir unsur değildir.
Bu çalışma kapsamında yapılan açıklamaların örtülü sermaye müessesine ilişkin yasal düzenlemelerin de dikkate alınarak değerlendirileceği tabiidir.
V-SONUÇ:
Yukarıdaki çalışma kapsamında da ifade ettiğimiz gibi reeskont faiz gideri ile vade farkı bize göre hemen hemen aynı amaca hizmet etmektedir.
Reeskont faiz giderleri (gelirleri) esasında değerleme gününde borç veya alacağa kaynaklık edecek tutarların değerleme gününde işletme için haiz olduğu değeri, yani tasarruf değerini bulmak için yapılan bir “değerleme işlemi” sonucudur. Bu doğrultuda reeskont faiz gideri, aslında senedin değerleme gününde oluşan değerinin, yani peşin değerini ölçmeye yarayan bir araçtır. Bir diğer ifadeyle, vade farkının kanun hükmündeki teknik karşılığıdır.
Bu doğrultuda ortak veya ortakla ilişkili kişilerden kaynaklı senetli borçlar ile vadeli çeklere isabet eden vade farkı mahiyetindeki faiz giderlerinin çalışma içeriğinde belirtilen kapsam ve kurallar kapsamında ve örtülü sermaye konusundaki yasal düzenlemeleri de dikkate almak suretiyle örtülü sermaye kapsamında reddi gerektiği düşünülmektedir.
Reeskont faizi uygulamasında borcun aslı etkilenmediğinden bu kapsamda KDV dikkate alınabilecek bir unsur değildir.
Sonuç olarak, özsermayesi negatif olan mükellefler ile borçlanma düzeyleri dönembaşı özsermayesinin üç katını aşan mükelleflerin reeskont hesaplamaları yapmamaları, bu hesaplamalarda piyasa koşulları ile ticari teamüllere aykırı vadelerde borçlanmalara ilişkin reeskont faiz giderlerinin dağıtılmış kar payı sayılabileceği, aksi düşünce tarzının reeskont faizi yerine vade farkı faturası düzenlemiş mükelleflere karşı ağır bir vergi yükü çıkartabileceği; aynı amaç ve maksada özgü durumun vergisel sonuçlarının da aynı olması gerektiği değerlendirilmektedir.
[1] Soru, görüş ve önerileriniz için;
Email: cakmakciali@taxauditingymm.com
Tel: 0505 680 42 54
Yaklaşım Dergisinden alıntılanmıştır.
[2]Böylece, daha önce kanunda herhangi bir açık belirleme yapılmamasına karşın, Anayasa’nın 73’üncü maddesinde yer alan “vergi kanunla alınır, kanunla kaldırılır” hükmüne aykırı suretle sadece ekonomik gerekçelere dayanarak vergi inceleme elamanları tarafından eleştiri konusu edilen “kur farkları” ibaresi de kanun değişikliği ile birlikte hukuki mahiyet kazanmış bulunmaktadır.
Dolayısıyla, bundan sonraki süreçte kurum kazancının tespiti açısından örtülü sermaye esasları çerçevesinde kur farkları da aynen faizler gibi (5520 sayılı KVK’na göre kur farkları tam mükellefler için dağıtılmış kar payı veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan tutar olarak dikkate alınmamak şartıyla) işleme tabi tutulacaktır.
[3] Kurum kazancı üzerinde faiz vb isimle gider yazılmayan veya hesaplanmayan borçlanmalarda örtülü sermaye hesaplanmasında dikkate alınıp alınmayacağı hususu tartışmalıdır. Bizim görüşümüz bu tür borçlanmaların dikkate alınmaması yönündedir. Konuyla ilgili olarak değerli meslektaşlarımızın çalışmasını paylaşmak isteriz:
-Nadir GÜLHAN, Vergi Müfettişi (E. Hesap Uzmanı), http://www.ozdogrular.com/content/view/20306/; “Faiz ve Kur Farkı Hesaplanmayan Borçlar Örtülü Sermaye Tutarının Hesabında Dikkate Alınabilir Mi?”
-Mehmet MAÇ, YMM, http://www.vergi.tc/makaleDetay/MehmetMac/ORTULU-SERMAYE-SAYILMAMASI-GEREKEN-BORCLANMALAR/c4040311-87e2-4497-a52b-25033f338759
“Örtülü Sermaye Sayılmaması Gereken Borçlanmalar”
[4]Burada üzerinde durulması gereken konu “ticari teamülün” neyi ifade ettiğidir. Türk Dil Kurumu’nda teamül “bir yerde öteden beri alışılagelmiş davranış”; teamül hukuku ise “örf ve adet durumuna gelmiş, yazılı olarak tespit edilmemiş hukuk” olarak belirtilmiştir.
Kısaca teamül hukuku hukuk terminolojisinde hali hazırda yazılı olan kanunlarla çelişmediği ölçüde yazılı kanunun tamamlayıcısı sayılan hukuk olarak tanımlanmaktadır. Bilindiği üzere Türk Ticaret Kanunu ile birlikte ticari hayatımızı genelde kanunun amir hükümlerine aykırı olmamak suretiyle teamüller yönlendirmiştir.
Kanuna göre teamüller ticari örf veya adet olarak kabul edilmedikçe hükme esas olamamaktadırlar. Bir anlamda artık uygulanması mutad ve olağan bir hukuk normu haline gelmedikçe teamüller ticaret hukukunda hüküm ifade etmemektedir.
[5]Mükellefin borçlandığı kişi veya kurumlardan ayrıca vadeli alacağının olması, bahsi geçen borçlanmaların ticari teamüller veya piyasa koşullarının çok üstünde vadelerde olmasının hukuki bir gerekçesi olmaması gerekmektedir.
Zira, örtülü sermaye uygulamalarında ilişkili kişilerden temin edilen borca karşılık alacağın da bulunması bu alacağın mahsubuna veya vadenin daha uzun olmasına gerekçe olamamaktadır.
Mükelleflerin bu konuya dikkat etmeleri gerekmektedir.
[6] Aşağıdaki hususlar elbette tartışma konusu edilebilir. Buna karşın, bu tartışma konuları makalenin “esasını” içermediğinden burada değinilmeyecektir.
[7]Şüpheli alacak uygulaması da hukuken ihtiyari bir uygulama olduğundan; mükelleflerin bilerek veya bilmeyerek döneminde karşılık ayırmadıkları şüpheli alacak mahiyetindeki senetli alacaklar ile vadeli çeklere ihtiyari hak olan reeskont uygulaması bize göre mümkündür.
Hukuken bunu engelleyen bir durum ise söz konusu değildir.
Bu yorum şeklinin hukuk sınırları dışında ve katı bir yorum olduğu, hukuk altyapısının olmadığı düşünülmektedir.
[8]Elbette ki, sonraki dönemlerdeki uygulamalarla da net reeskont faizinin, tutar olarak veya gelir ve gider olarak ta mahiyeti değişebilecektir. Buradaki yorum sadece anlık bir hesap dönemini temsil etmektedir.
[9] Tek farkı vade farkı tutarları vadenin gelmesiyle de hesaplanabilmektedir.