Hakim Durum ve Hakim Durumu Kötüye Kullanma
Ali ÇAKMAKCI
E.Hesap Uzmanı / Bağımsız Denetçi / Yeminli Mali Müşavir
[email protected]
- Rekabet Hukuku Açısından Hakim Durum ve Hakim Durumun Kötüye Kullanılması Halleri:
4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanun’un 1. maddesine göre Kanunun amacı mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hâkim olan teşebbüslerin bu hâkimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamaktır.
Bu ilke kapsamında, 4054 sayılı Kanunun 6. maddesi bir veya birden fazla teşebbüsün mal veya hizmet piyasasındaki hâkim durumunu kötüye kullanmasını yasaklamaktadır. Bu düzenleme ile bulunduğu piyasada rakipleri ve müşterilerinden bağımsız hareket ederek fiyat, arz, üretim ve dağıtım miktarı gibi ekonomik parametreleri belirleme gücünü haiz bir veya birden fazla teşebbüsün sahip oldukları bu gücü rekabeti sınırlamak suretiyle oluşacak bir tekelleşmenin önüne geçilmeye çalışılmaktadır.
Burada altı çizilmesi gereken en önemli nokta “hakim durumdaki teşebbüs veya teşebbüslerle, tekel ve lider teşebbüs kavramların faklı olduğudur”. Tekel, piyasadaki tek teşebbüsü ifade etmektedir. Lakin birden çok teşebbüsün olduğu ortamlarda da hakim durumun zuhur edebileceği unutulmamalıdır. Ayrıca, lider ise pazar payı bakımından en büyük teşebbüs olmasına karşın, rakiplerin hareket tarzlarını dikkate almak zorundadır. Dolayısıyla, rekabet baskısını ciddi düzeyde hissedebilecektir. Hakim durumu diğer kavramlardan ayıran en önemli nokta hakim durumda bulunan teşebbüsün müşteri ve rakiplerden tam anlamıyla bağımsız hareket ederek en önemli parametreleri kendi başına belirleyebilmesidir.
4054 sayılı Kanunun 6. maddesinin lafzından da anlaşıldığı üzere, Kanun hâkim durumda bulunmayı veya hâkim duruma geçmeyi değil, bu durumun rekabeti sınırlamak amacıyla kötüye kullanılmasını esas itibariyle yasaklamaktadır. Bu çerçevede maddenin uygulanması bakımından hâkim durumun belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Hâkim durumun tespitinde pazar payı, pazara giriş engelleri, dikey bütünlük, ürünün ikame edilebilirliği, ürünün niteliği gibi unsurlar dikkate alınmakta, incelemede teşebbüsün (veya birden fazla teşebbüsün), 4054 sayılı Kanunda hâkim durum için öngörülen, rakiplerinden ve müşterilerinden önemli ölçüde bağımsız hareket edip edemediği değerlendirilmektedir.
Madde Gerekçesine göre bir teşebbüsün kendi iç dinamikleri sayesinde büyüyerek çeşitli sektörlerde hakim durum elde etmesi rekabet hukuku yönünden sakıncalı bir durum değildir. Aksine ülkemizde sermayenin yoğunlaşması, sermaye birikiminin ve yatırımların artması istenmektedir. Çünkü gelişen dünyada dış ticaret gittikçe artmakta gümrük duvarları çeşitli anlaşmalarla ya indirilmekte ya da tamamen kaldırılmaktadır. Ayrıca ülkemiz Avrupa Topluluğuna tam üyelik için başvurmuş bulunmaktadır. Bu şartlar altında teşebbüslerin büyüyerek Topluluk ve dünyada rekabet edebilecek güce erişmeleri gerekir. Diğer taraftan, piyasada hakim duruma gelen teşebbüslerin bu durumlarını ülkemizdeki rekabeti kısıtlamak, engellemek veya bozmak amacıyla veya bu etkiyi doğuracak şekilde kötüye kullanmaları yasaklanmıştır.
Bazı durumlarda teşebbüs, hakim duruma yasaların sağladığı korumalar nedeniyle de gelebilir. Özellikle sınai ve ticari mülkiyet hakları böyle bir koruma sağlar. Bu hakların kullanımı hiç bir şekilde rekabeti ortadan kaldırma amacına hizmet etmemelidir. Ayrıca uygulamada en çok rastlanan kötüye kullanma halleri ikinci fıkrada örnek olarak sayılmıştır ve ayrıca bunların tahdidi olmadığını belirtmek gerekmektedir.
4054 sayılı Kanunun 6. maddesinde kötüye kullanma hallerine ilişkin bazı örneklere yer verilmiştir. Bu çerçevede maddede kötüye kullanma hali olarak, rakip teşebbüslerin faaliyetlerinin zorlaştırılmasına ve pazara yeni girmek isteyen teşebbüslerin engellenmesine, eşit durumdaki alıcılara farklı koşullar uygulanmasına, bir mal ile birlikte başka bir malın da alımının şart koşulmasına ve aşırı yüksek satış fiyatları uygulanmasına yer verilmiştir. Ancak, kötüye kullanma hallerinin maddede yer verilen örneklerle sınırlı olmadığı belirtilmelidir[1].
Bir veya birden fazla teşebbüsün ülkenin bütününde ya da bir bölümünde bir mal veya hizmet piyasasındaki hâkim durumunu tek başına yahut başkaları ile yapacağı anlaşmalar ya da birlikte davranışlar ile kötüye kullanması hukuka aykırı ve yasaktır.
Kötüye kullanma halleri özellikle şunlardır:
a) Ticarî faaliyet alanına başka bir teşebbüsün girmesine doğrudan veya dolaylı olarak engel olunması ya da rakiplerin piyasadaki faaliyetlerinin zorlaştırılmasını amaçlayan eylemler,
b) Eşit durumdaki alıcılara aynı ve eşit hak, yükümlülük ve edimler için farklı şartlar ileri sürerek, doğrudan veya dolaylı olarak ayırımcılık yapılması,
c) Bir mal veya hizmetle birlikte, diğer mal veya hizmetin satın alınmasını veya aracı teşebbüsler durumundaki alıcıların talep ettiği bir malın veya hizmetin, diğer bir mal veya hizmetin de alıcı tarafından teşhiri şartına bağlanması ya da satın alınan bir malın belirli bir fiyatın altında satılmaması gibi tekrar satış halinde alım satım şartlarına ilişkin sınırlamalar getirilmesi,
d) Belirli bir piyasadaki hâkimiyetin yaratmış olduğu finansal, teknolojik ve ticarî avantajlardan yararlanarak başka bir mal veya hizmet piyasasındaki rekabet koşullarını bozmayı amaçlayan eylemler,
e) Tüketicinin zararına olarak üretimin, pazarlamanın ya da teknik gelişmenin kısıtlanması.
Genel olarak ifade edilecek olursa, ayrımcılık yapılması, pazar girişin engellenmesi, tedarik imkanlarını kaldırmak/daraltmak/, tekelden temin zorunluluğu sağlamak, haksız ticari hükümler sunmak, aşırı düzeyde aşağı ve yukarı yönde fiyat uygulamalarında bulunmak gibi durumlar açıkça hakim durumun hakkın kötüye kullanılmasını ifade etmektedir. Türk Medeni Kanununun 2. maddesine göre de kişilerin haklarını kullanırken dürüstlük kuralına uygun davranması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Buna göre, hem Türk Medeni Kanunu, hem de Rekabet Kanunu rekabetin haksız engellenmesine imkan tanınamamaktadır.
Madde kapsamından kötüye kullanma için üç hususun varlığı gerekmektedir: bir teşebbüs olmalı, bu teşebbüs hakim durumda olmalı ve bunu rekabet kurallarının dışından kötüye kullanmalıdır. Kanunda anılan yasak sadece teşebbüslere getirilmiştir. O halde hakim durumda olabilmek için önce teşebbüs olmak gerekmektedir. Yine, teşebbüs birlikleri de bu madde kapsamında birer teşebbüs olarak kabul edilmektedirler. Piyasada hakim durumda olabilmek için “ekonomik güç”, “bağımsızlık” ve “ekonomik gücün sürekliliği” gerekmektedir. Pazar payının ne olacağı ise olayın özelliğine göre belirlenmektedir. Yine, hakim durumun belirlenmesinde ilgili piyasa, talep yoğunluğu, ilgili coğrafi piyasa, zaman ve dönem unsurları, rekabet, pazar payı hususlarını da dikkate almak gerekecektir.
- Akaryakıt Sektöründe Hakim Durumun Kötüye Kullanılma Durumu:
Bilindiği üzere, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu sektördeki rekabet olgusunu daha şeffaf ve adil boyutlara taşımış, sektördeki rekabetin piyasa faaliyetlerini sekteye uğratmaması amacıyla bazı güvenlik önlemleri sağlamıştır.
Gerçekten de, Kanunda rekabetçi bir piyasa yapısı için gerekli olan kurallar net olarak ortaya koyulmuş ve kuralların takibi etkin bir şekilde yapılarak, piyasanın düzeni için gerekli kurallara uymayanlara yaptırımlar uygulanmıştır. EPDK tarafından yayımlanan raporlarla sektörün bilgi ve veri sorunları çözülmeye çalışılmıştır. Piyasada faaliyetleri veya rekabeti engelleme, bozma ve kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran veya doğurabilecek nitelikte olması durumunda; EPDK’ya her seferinde iki ayı geçmemek üzere ve faaliyetlerin her aşamasında bölgesel veya ulusal düzeyde taban ve/veya tavan fiyat tespit yetkisi tanınmıştır. Tedarik çeşitliliği konusunda, dağıtıcıların %60 oranında rafineriden ürün alma zorunluluğu 2005 yılında ortadan kaldırılmış ve bu sayede dağıtıcı ve ihrakiye sahibi lisans sahiplerine %100 ithalat serbestliği getirilmiştir.
İlaveten, EPDK tarafından tedarik kaynaklarının çeşitlendirilmesi amacıyla, dağıtıcılar arası ticaret mekanizması da verilen yetki kıstasında EPDK tarafından kullandırılmaktadır. Akaryakıtların teknik özelliklerinin AB ile uyumlaştırılması ve düzenli olarak takibinin yapılması ithalat imkanlarını artıran bir diğer unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kanunda en önemli değişikliklerden bir tanesinin ise piyasada hakim durumun kötüye kullanılmaması amacıyla Kanunun 7. maddesinin dördüncü fıkrası ile dağıtıcıların kendi işlettiği istasyonlar aracılığı ile yaptığı satışın dağıtıcının toplam yurt içi pazar payının %15’inden fazla olamayacağı, dağıtıcıların yurt içi pazar payının toplam pazarın %45’ini geçemeyeceğini ve dağıtıcının kendi işlettiği istasyonlara sübvansiyon ve farklı uygulama yapamayacakları olduğunu ifade etmek gerekir.
Keza, şehir içi veya şehirlerarası trafiğe açık yollarda aynı istikamette iki akaryakıt istasyonu arasındaki asgari mesafe koşulu ile bayilerin varlığı güçlendirilmeye çalışılmıştır. Dağıtıcının, kendi işlettiği istasyonlara özel olarak rekabeti bozucu şekilde sübvansiyon vermesi engellenmiş ve bu istasyonlara bayi istasyonlarından farklı uygulama yapamayacağı genel kural haline gelmiştir.
Akaryakıt sektöründe kuralların tekdüzeliği nedeniyle en önemli rekabet unsurunun fiyat politikaları olduğunu ifade etmek mümkündür. Bu durumda, fiyat tavanı uygulamaları nedeniyle yukarı yönlü baskı sektörde çok hissedilemese de, aşağı yönlü fiyat baskısı nedeniyle bazı işletmelerin haksız rekabete uğradıkları ifade edilebilir. Özellikle, bayilik düzeyinde belirli bir bölge, alan veya yerde bazı bayilerin aşırı düşük fiyat politikası güderek potansiyel rekabeti engellemek amacıyla piyasaya yeni rakiplerin girmesini engelledikleri gibi, hali hazırda bulunan bayileri de sistemden absorbe ettikleri anlaşılmaktadır. Bu aşırı düşük fiyatların hangi ölçüde olduğu sürece hakim durumun kötüye kullanılması amacı taşıdığı tartışmaya açık bir konudur. Ayrıca, dağıtım şirketlerinin başka işletmeler kurarak bayilik faaliyetinde bulunduklarını da düşündüğümüzde bu uygulamanın daha mümkün ve olası olduğunu anlamaktayız. Ayrıca, rafineri şirketle olan ilişkilerde hakim durum açısından özel önem taşıyan bir durum olabilmektedir.
Rekabet Kurulu’na yapılan düşük fiyatlı satışlara ilişkin şikayetlerin, bu satışları gerçekleştiren teşebbüslerin hakim durumda olmadığı için reddedildiğini gözlemlenmektedir. Rekabet sınırlayıcı anlaşmalar için en az iki teşebbüs gerekirken, hakim durumun kötüye kullanılmasında tek teşebbüsün bulunması gerekmektedir.
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanun petrol ve petrol ürünleri alım satımında fiyatlar en yakın dünya serbest piyasa koşullarını esas almıştır. Uygulamaya bakıldığında ise petrol ürünlerinde gümrüksüz rafineri fiyatının Akdeniz-İtalyan piyasasında yayınlanan ürün fiyatları olup, Türkiye’de de bu piyasanın izlenerek, son fiyat değişiminden itibaren, günlük Akdeniz ürün fiyatları ve dolar kuru dikkate alınarak, yürürlükteki satış fiyatlarından anlamlı bir şekilde yukarı ya da aşağı yönde farklılık gösterdiğinde fiyat ayarlamaları yapılmakta olduğu ve böylece, rafineri lisansı sahibi TÜPRAŞ’ın kendi gümrüksüz rafineri çıkış fiyatını belirlemekte olduğu görülmektedir.
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu gereğince uygulanan serbest fiyat uygulamasına göre petrol sektöründe akaryakıt dağıtım şirketleri EPDK’ya bildirdikleri farklı fiyat metodolojilerine göre depo satış fiyatlarını belirlemekte, bayiler ise dağıtım şirketleri tarafından kendilerine tavsiye edilen tavan pompa satış fiyatlarını uygulamakta veya bulundukları bölgenin rekabet koşullarına göre kendi pompa satış fiyatlarını belirleyerek bu fiyatlar üzerinden satış yapmaktadırlar. Fakat, uygulamada geneli itibariyle tavan fiyatların uygulandığı bilinmektedir.
Sektörün en önemli sorunlarından bir tanesi yıkıcı fiyat politikası adı altında maliyetlerinin oldukça altında yapılan satışlardan kaynaklanmaktadır. Bu durum hiç kuşkusuz ki dağıtıcılar tarafından olabileceği gibi, bizzat bayiler tarafından da yapılabilmektedir. Dağıtıcılar, stratejik bir yerde bulunan kendilerinin bayileri kanalıyla veyahut doğrudan doğruya bayiler kendi stratejileri açısından maliyetinin altında satışlar gerçekleştirebilmektedirler. Bu durum, sektörde bayiler arasında önemli sorunlara ve rekabet aksaklıklarına yol açmaktadır.
Yıkıcı fiyatlama, Rekabet Kurulu’nun çok sayıda kararında, “hâkim durumda bulunan bir teşebbüsün, fiyatlarını belirli bir süreyle belirli bir seviyenin altında tutması nedeniyle mevcut rakip teşebbüslerin pazarda faaliyet göstermelerinin zorlaşması, hatta bu teşebbüslerin pazar dışına çıkmasına sebep olan bir uygulama” olarak tanımlanmıştır. Kurul kararları incelendiğinde ise yıkıcı fiyatın genel olarak, hâkim durumda bulunan bir teşebbüsün önce fiyatlarını yıkıcı bir şekilde düşürerek ilgili pazardaki rakiplerini pazar dışına itmesi ve bunun akabinde uzun – orta dönemde fiyatlarını arttırması (dışlama etkisi) şeklinde tanımlandığı gözlemlenmektedir. İlgili klavuzda ise yıkıcı fiyat, hâkim durumdaki bir teşebbüsün pazar gücünü korumak veya artırmak üzere mevcut veya potansiyel rakiplerinden birini veya daha fazlasını piyasa dışına çıkarmak, disipline etmek ya da diğer biçimlerle rakibin rekabetçi davranışını engellemek için kısa vadede maliyetinin altında satış fiyatı belirleyerek zarar etmeyi göze aldığı (feragatte bulunduğu) rekabet karşıtı bir fiyatlama stratejisi olarak tanımlanmıştır. Yıkıcı fiyatlamada maliyet altında yapılan satışların yıkıcı fiyatlandırma olarak değerlendirilebilmesi için, bu satışların piyasada etki doğuracak şekilde uzun bir süre devam etmesi ve özünde teşebbüsün rakiplerini piyasa dışına itme amacı taşıması gerekmektedir.
Fakat, yukarıda da yer verdiğimiz üzere, yıkıcı fiyat uygulamalarının Kanunun aradığı şekilde hakim durumun kötüye kullanılması şeklinde yorumlanabilmesi için yıkıcı fiyatlama uygulamasının “ülkenin bütününde ya da bir bölümünde” tek başına veya anlaşmalar yoluyla gerçekleşmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, meri hukukumuza göre belirli bir bölgeye veya alana has olarak hakim durumun kötüye kullanılması mümkün gözükmemektedir. Belki burada şu dönemlerde sektöre tavan fiyat uygulaması getiren EPDK’nın belli bazı bölgeler için kendisine tanınmış sınırlı yetkisi kapsamında taban fiyat uygulamasını önermek daha rasyonel bir çözüm gibi gözükmektedir[2].