Site icon Alomaliye.com Güncel Mevzuat, Muhasebe, Ekonomi, Vergi, SGK Haberleri

Akaryakıt Dağıtım Şirketlerinin Bayi Yatırımları Nedeniyle Uğradıkları Zararlara İlişkin Sebebsiz Zenginleşme Davaları

Ali ÇAKMAKCI

Akaryakıt Dağıtım Şirketlerinin Bayi Yatırımları

Ali ÇAKMAKCI
E.Hesap Uzmanı / Bağımsız Denetçi /Yeminli Mali Müşavir
cakmakciali@erturkymm.com.tr

Akaryakıt dağıtıcıları bakımından perakende satış alanında bayi olarak faaliyet göstermek yüksek maliyetler ve ciddi düzeyde finansman yükü gerektirmektedir. Ayrıca, bu durum istasyonlar arasında çeşitli yönetimsel problemlere de meydan verebilmektedir. Bu nedenle de, dağıtıcılar doğrudan bayilik oluşturma ya da mevcut bayileri devralarak veya satın alarak “dikey bütünleşme’ye gitmek yerine, intifa ve kira gibi ayni haklar tesis etmek suretiyle bir alternatif dikey bütünleşme modeli geliştirmişlerdir.

Ülkemizde EPDK verileri incelendiği zaman akaryakıt bayilerinin sadece küçük bir kısmının dağıtım şirketlerinin mülkiyetinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Büyük kısmı ise arazi sahipleri tarafından dağıtım şirketlerine verilen uzun süreli intifa hakları ve buna paralel olarak dağıtıcı ile bayi arasında yapılan kira sözleşmeleri vasıtasıyla yürütülmektedir. Akaryakıt dağıtım şirketinin bir istasyona yatırım kararı alırken yaptığı fizibilite etüdünün temel unsurlarından birisi bayinin yapabileceği yıllık satış miktarı ve yatırımın geri dönme süresidir. Bu durumda, intifa hakları bu satış taahhüdünün gerçekleşmemesi veya bayinin borçlu duruma düşmesi halinde alacaklarının ödenmesi açısından dağıtıcılara önemli bir teminat niteliği taşımaktadır.

Medeni Hukukumuza göre intifa hakkı taşınırlar, taşınmazlar, haklar veya malvarlığı üzerinde kurulabilen ve aksine hüküm olmadıkça, sahibine tesis olunduğu konusu üzerinde ‘tam yararlanma’ yetkisi sağlayan sınırlı bir tür ayni haktır.

İntifa haklarıyla ilgili olarak, Danıştay 13. Dairesi’nin 13.5.2008 tarihli kararında dağıtıcı ve bayi arasında imzalanan intifa sözleşmesiyle bayilik sözleşmesinin birlikte değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Nihayetinde, Rekabet Kurulu da bu karar doğrultusunda içtihat değişikliğine gitmiş ve intifa sözleşmelerini özel hukuk sorunu olarak gören önceki yaklaşımını değiştirmiş ve intifa/kira sözleşmelerinin bayilik sözleşmeleriyle birlikte değerlendirilmesi yaklaşımını benimsemiştir.

Rekabet Kurumu Raporunda sektörde intifa ve tapuya şerh edilmiş kira gibi sözleşmelerinin yaygınlığı dikkate alındığında, dağıtım/bayilik seviyesindeki dikey bütünleşme oranının %100’e yakın olduğu, bu nedenle söz konusu sözleşmelerin özel hukuk bakımından içeriği ve esasları ne olursa olsun, rekabet hukuku bakımından “rekabet yasağı” olarak ele alınması gerektiği; bu kapsamda dikey anlaşmalara ilişkin grup muafiyeti düzenlemelerinde ayni haklara ilişkin olarak yer verilen istisnaların kaldırılması, 5 yılı aşan rekabet yasağı ya da bu sonucu doğuran sözleşmeleri engelleyen değişikliklerin yapılması ve tebliğle belirlenecek bir geçiş süreci çerçevesinde mevcut sözleşmelerin uyumlaştırılması gerektiği yönünde karar alınmıştır. Bu anlamda,  Kurum uzun süreli intifa haklarını rekabeti önlediği gerekçesiyle “piyasa kapatma etkisi” olarak değerlendirilmiştir.

Rekabet Kurumu tarafından akaryakıt sektöründe intifa sözleşmesinin muafiyetten yararlanma süresi en fazla beş yıl olarak belirlenmiş olup, beş yılı aşan süreler bakımından 2002/2 sayılı Dikey Antlaşmalara İlişkin Grup Muafiyeti Tebliğ’de tanınan muafiyet koşulları ortadan kalkacaktır. Rekabet Kurulu’nun 12.3.2009 tarihli duyurusunda belirtildiği üzere, 18.09.2005 öncesi yapılan sözleşmelerin beş yıllık süresi 18.09.2010 tarihinde son bulmuş, sonraki sözleşmeler ise imza tarihinden itibaren beş yılın eklenmesiyle bulunacak tarihte sona ermektedir.

Bu karara istinaden, 5 yıl gibi kısa sürede ticari beklentilerini tatmin edemeyecekleri gerekçesiyle akaryakıt dağıtım firmaları bayilik hizmet bedellerinin beş yılı aşan döneme tekabül eden kısmını dava ve takip konusu etmektedirler. Sona eren bayilik sözleşmelerini yenilemek istemeyen veya bu kararları birer dayatma aracı olarak gören bayileri bekleyen bu riskle beraber pek çok bayii aldıkları bayilik hizmet bedeli ve yatırımların karşılığını faiziyle ödeme riskiyle karşı karşıya kalmışlardır.

Bahsi geçen 5 yıllık süreden sonra, sözleşmenin grup muafiyetinden yararlanamaması veya bireysel muafiyet almaması durumunda, sözleşme 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanunu’nun “Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararlar” başlığını taşıyan 4. maddesine aykırı hale gelecektir. Mezkur Kanunu’nun 56. maddesi ise, 4. maddeye aykırı olan her türlü anlaşma ve teşebbüs birliği kararlarının geçersiz olduğunu, bu anlaşmalardan ve kararlardan doğan edimlerin ifasının istenemeyeceğini, daha önce yerine getirilmiş edimlerin geçersizlik nedeniyle geri istenebileceğini belirtmektedir. Dolayısıyla, başlangıçta 10-20 yıl hatta daha fazla süre için kurulmuş bir hukuki ilişkinin, Rekabet Kurulu’nun kararı doğrultusunda beş yıla indirilmesiyle birlikte, dağıtıcı tarafından bayiye uzun süreli iktisadi ilişki için intifa bedeli veya başka adlarla vermiş olan paraların veya yatırımların iadesi gündeme gelmektedir. İşte, Rekabet Kurulu’nun içtihat değişikliği sonucu, sözleşme ilişkisinin öngörülen süreden önce geçersiz hale gelmesi nedeniyle, dağıtım şirketleri tarafından bayiler aleyhine yatırımların iadesi amacıyla davalar açılmakta olup, açılan bu davalar Borçlar Kanunu uyarınca “sebepsiz zenginleşme davaları” olarak ifade edilmektedir.

Meri Borçlar Kanunu’na göre “haklı bir sebep olmaksızın”, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür. Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması, kısaca hukuken haklı bir nedene dayanmaması durumunda doğmuş olur. Borçlanmadığı edimi kendi isteğiyle yerine getiren kimse, bunu ancak, kendisini borçlu sanarak yerine getirdiğini ispat ederse geri isteyebilir.

Zamanaşımına uğramış bir borcun ifasından veya ahlaki bir ödevin yerine getirilmiş olmasından kaynaklanan zenginleşmeler hukuken geri istenemez. Borç olmadığı hâlde ödenmiş olan edimin geri istenmesine ilişkin diğer kanun hükümleri saklıdır.

Sebepsiz zenginleşen, zenginleşmenin geri istenmesi sırasında elinden çıkmış olduğunu ispat ettiği kısmın dışında kalanı geri vermekle yükümlüdür.

Zenginleşen, zenginleşmeyi iyiniyetli olmaksızın elden çıkarmışsa veya elden çıkarırken ileride geri vermek zorunda kalabileceğini hesaba katması gerekiyorsa, zenginleşmenin tamamını geri vermekle yükümlüdür.

Zenginleşen iyiniyetli ise, yaptığı “zorunlu ve yararlı giderleri”, geri verme isteminde bulunandan isteyebilir. Zenginleşen iyiniyetli değilse, bu durumda zorunlu giderlerinin ve yararlı giderlerinden sadece geri verme zamanında mevcut olan değer artışının ödenmesini isteyebilir.

Zenginleşen, iyiniyetli olup olmadığına bakılmaksızın, diğer giderlerinin ödenmesini isteyemez. Ancak, kendisine karşılık önerilmezse, o şey ile birleştirdiği ve zararsızca ayrılması mümkün bulunan eklemeleri geri vermeden önce ayırıp alabilir. Hukuka veya ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şey geri istenemez. Ancak, açılan davada hâkim, bu şeyin Devlete mal edilmesine karar verebilir

Sebepsiz zenginleşmeden doğan istem hakkı, hak sahibinin geri isteme hakkı olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde zenginleşmenin gerçekleştiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.

Zenginleşme, zenginleşenin bir alacak hakkı kazanması suretiyle gerçekleşmişse diğer taraf, istem hakkı zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcunu ifadan kaçınabilir.

Sebepsiz zenginleşme davası için zenginleşme, fakirleşme, bu iki olay arasında illiyet bağı ve bu iki gelişmenin de hukuki bir temelinin olmamasına dayanmaktadır. Bu kapsamda, “zenginleşme” mal varlığında iki durum arasında meydana gelen fark; istenebilecek tazminatın en yüksek sınırını oluşturmaktadır. Bu çerçevede oluşan “müspet zenginleşme”, mal varlığındaki fiili bir artışı, “menfi zenginleşme” ise mal varlığının azalmasının önlenmesini ifade etmektedir. “Fakirleşme” kavramı da malvarlığındaki fiili azalmayı veyahut malvarlığındaki artışın önlenmesini ifade etmektedir. İlliyet bağı davacının fakirleşmesi, davalının zenginleşmesi sonucunu doğurmasındaki hukuki bağlantıyı ifade etmektedir. Malvarlığındaki artış da bu kapsamda her hangi bir sebebe dayalı olmamalıdır. Buna göre; ifa sonucu gerçekleşen sebepsiz zenginleşmeler (geçersiz sebebe dayalı zenginleşmeler, borç olmayan şeyin ifası, gerçekleşmeyen sebebe dayalı zenginleşmeler, ifa dışı gerçekleşen sebepsiz zenginleşmeler gibi) gibi zenginleşmeler bu kapsamdadır.

Sebepsiz zenginleşme davalarında iadenin kapsamı, davalı zenginleşenin iyi niyetli olup olmamasına göre belirlenmektedir. Bu çerçevede, davalı iyi niyetli ise sadece geri isteme zamanındaki zenginleşme nispetinde iadeyle yükümlüdür. Eğer davalı zenginleşen kötü niyetliyse, iade borcu zenginleşmenin tamamını kapsar, başka ifadeyle zenginleşen tüm kazandırmalardan sorumludur. Malvarlığı zenginleşen kimsenin, iade ile yükümlü olduğunu bilmemesi ve bilebilecek durumda olmaması durumunda iyi niyetin var olduğu söylenebilir. Buna karşılık, zenginleşen zenginleşmenin haklı bir sebebe dayanmadığını biliyorduysa veya gerekli dikkati gösterdiği takdirde bilebilecek durumda ise kötü niyetli sayılmaktadır. Bahsi geçen iyi niyetin, her somut olayda ayrı ayrı incelenmesi gerekmekle birlikte, dağıtım şirketi tarafından bayinin iyi niyetinin ortadan kalktığının ispatlaması da imkân dâhilindedir. Özellikle, Rekabet Kurulu’nun bir geçiş maddesi ile mevcut işlemlere veya sözleşmelere özel bir muafiyet tanımaması dağıtıcılar ile bayiler arasındaki hukuki sorunların daha da büyümesine neden olmuştur. Zira, sadece akaryakıt sektöründe yaklaşık 12.000 bayi olduğu düşünüldüğünde çok kısa bir süre içinde bu sözleşmelerin süresinin dolması beklenmektedir. Sebepsiz zenginleşmeden doğan alacak hakkı, hak sahibinin geri isteme hakkı olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlükarda zenginleşmenin gerçekleştiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğramaktadır. Dolayısıyla, dağıtıcı şirketlerin her halükarda sözleşme süresinin bittiği veya en azından daha uzun süreli sözleşmelerde 5. yılın tamamlandığı tarihten itibaren iki yıl içinde sözkonusu davaları açmalarını haklarının muhtel olmaması adına önemli görmekteyiz. Davacının/Dağıtıcıların dava açma hakkını kesin olarak bilmesi gerektiği gibi, zenginleşen kişinin kimliğini, zenginleşmenin kendisine ait olduğunu ve haksız zenginleşme miktarını bilmesi de şarttır.

Fakat, son dönemde bir bayi tarafından intifa hakkının tazminatsız kaldırılması için İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne açılan bir davada, yerel mahkemenin dağıtım şirketini haklı bularak reddettiği davanın temyizini karara bağlayan Yargıtay 14. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını bozmuştur.

Yargıtay kararında, intifa ile tazminat hakkının birbirinden farklı kavramlar olduğunu, davalının intifa hakkının taşınmaz üzerinde kalmaya devam etmesi ve bu haktan yararlanmak istemesinin Rekabet Kanunu’nun 4. maddesine aykırı olduğunu belirten daire, davanın yerel mahkemece yeniden ele alınmasına hükmetmiştir. Kararı kendi içinde değerlendirmekle birlikte, yargı içtihatlarının ne yönde gelişeceğini önümüzdeki dönemlerde daha açık olarak göreceğiz.

Tavsiye ve önerimiz, dağıtıcı şirketlerin her halükârda sözleşme süresinin bittiği veya en azından daha uzun süreli sözleşmelerde 5. yılın tamamlandığı tarihten itibaren iki yıl içinde söz konusu davaları açmalarını haklarının muhtel olmaması adına gerekli görmekle birlikte, içtihat değişikliği nedeniyle haklı bir nedene dayanmayan sebepsiz zenginleşme konusu iktisadi kıymetlerin daha fazla değer kayıplarının önüne geçilmesi gerekmektedir. Ayrıca, her davayı koşulları itibariyle kendine özgü bir dava olarak nitelendirerek yargı kararlarının değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.

Exit mobile version