Muhasebe Üzerine Bir Deneme
Dr.Adem Utku ÇAKIL
SMMM
aucakil@hotmail.com
Sanat ve edebi yönüyle makalenin yazılmasına vesile olan meslektaşım SMMM Tamer Bulut’a ithaf olunur.
Muhasebe, mali nitelikli işlem ve olayları kaydetme, sınıflandırma, özetleyerek rapor etme, analiz etme ve yorumlama bilim ve sanatı olarak tanımlanmaktadır. Muhasebeci ise bilim yönünü sanatla ifade eden kişidir.
Neden Sanat diyorum? Bu çok anlamlı bir sonuç aslında her muhasebeci, muhasebe uygulamaları için esas aldığı mevzuatı aynı şekilde yorumlamak zorunluluğundadır. Ancak ifade şekli veya tarzı farklı olabilir. Bu farklık muhasebecinin bilgi ve tecrübeleri ile yoğurmuş olduğu kayıtlarda ve raporlarda sanatlaşır ve bir anlam bulur.
İşte sanat dediğimiz kısımda burada vücuda gelir. Bu sanat faaliyeti muhasebenin uygulamasında muhasebeci için çok şey ifade eder. Çünkü her işlem ve kayıt veya her faaliyet için soru burada başlar ve soru değişmez; “Burada ne yapmayı düşünüyorsunuz?” sorusu. Bu soruya Martin Heidegger (1) biraz düşündükten sonra şöyle cevap vermiş; “Hem düşünmek, hem yapmak, bir soru içinde tam iki fiil birden! Bu benim için çok fazla”
Hâlbuki muhasebeci hem düşünmek hem de “hemen”, “şimdi”, “anında” düşünmek; cevap vermek; yorumlamak ve nihayet uygulamak zorundadır.
Birçok felsefeci düşünce ve eylemin olduğu yerde tabiliğin, doğallığın veya saflığın belki de sahiciliğin yok olduğunda hem fikirdir. Ekonomik olaylar girdiğinde işin içine zaten sahicilik, saflık, tabilik yok olmakta; tutkunun ve ihtirasın baş döndürücü büyüsü insanları veya ekonomi aktörlerini sarmaktadır. Bu ise kişilerin veya aktörlerin eylemlerine, faaliyetlerine nüfuz etmektedir. Sonuç ise elbette ki muhasebe ile alınmaktadır.
Nasıl mı? Siz saflıktan uzak bir ekonomik faaliyet gerçekleştirirsiniz muhasebe onu kaydeder ve sonuçlar; saf olmayan tutkulu ve ihtiraslı mali tablolar elde edersiniz. Bu hali İsmet özel (2) şöyle ifade etmektedir; “Ne yelledir, ne suyladır bu dolabın dönüşü, ne de sırayla. Hepsi Para. …araç olarak para kullanılarak döndürülüyor dolap. Paraya alış veya veriş için kim dokunduysa, hooop o da dolapla dönüyor. … dolap döndüğü için ve mutlaka işin içine bir pazarlık girdiğinden, peynir gemisi lafla yürüyor. …pazarlık konusu şeyler falan filan olduğu için herkesin karnı boş lafla doyuyor. Bu durumdan dolap çevirenler yararlanıyor ve onlar lafı karnın tok ya, sırtın da pektir demeye getiriyor. Bu ima birçok kimseye bir anlamı kavratıyor. Artık her yer sırf boş lafla dolsun isteniyor. Öyle de oluyor, Artık her yer sırf boş lafla doluyor. İmaları imanlar haline getiriyorlar. Para yoksa deniyor, laf da yok.”
Hâlbuki muhasebe ihlasa dayalı olmalıdır. İhlas, bir eylemi o eylemin özüne has kılmaktır. Sizde bilirsiniz ki muhasebe de bunun karşılığı “özün önceliği kavramı” dır. Bu kavrama göre esas olan “öz”dür. Özü özümsemiş olmak yani. Haz için değil ikincil bir çıkar için değil mutlak “öz” için. Burada ifade edilmek istenen, herhangi bir faaliyetin gerçek sonuçlarının yansıtılması değil midir? Yani biri için değil, muhasebe disiplini çerçevesinde bilimi ve sanatı ifa etmek.
Çoğu sosyal bilim alanlarında olduğu gibi muhasebe de aslen soyut bir iştir. Soyuttur; yaptığınız iş elle tutulmaz gözle görülmez. Faaliyeti ve faaliyet sonuçlarını yaşayanlar dışında kimse bilmez. Dışarıdakiler veya ötekiler olaya yüzeysel ve basit bakar. Çünkü o emeği görmez, onun için harcanan zaman, enerji, beyin gücü ve diğer manevi haller, çekilen veya yaşanan stresler lafügüzaftır. Hizmeti alan veya yararlanalar için bunlar önemli değildir. Onlar için kıyasladıkları maddi unsurlardır. İsmet Özel’in dediği gibi “dolabın döndürülmesinde dolabın içinde olup lafla döndürenler” gibidirler.
Neden işin maddi boyutu? Çünkü onlara göre tüm muhasebeciler aynı işi yapıyorlardır. İşin sanat boyutu veya ifa şekli çokta önemli değildir. İşte onlar başta söylenmiş olan saflıktan uzaklaşarak sahiciliğini kaybedenlerdir.
Mantık bu şekilde tecelli ederken; insani ve mesleki etik değerler bir paraya veya maddeye bağlanmış olmaktadır. Madde bağımlısının ruh hali bu noktada insanı ve mesleği kaplamaktadır. Tabi para, laf ile döndüğünden ortalıkta laf çoğalmakta taraflar ne kadar laf, ne kadar kafa karışıklığı sağlar ise o kadar para kazanacaklarını veya ikincil çıkarlar elde edecekleri hesabı işi dolabı daha hızlı döndürme gayretine gireceklerdir.
Felsefe açısından özü kaybetmek saflığın kaybıdır. Aslında özü oluşturmak saflıktır. Özden uzaklaşırsak aslında fiiliyattan yani yaptığımız işin saflığından uzaklaşmış olunacaktır. Burada sorulması gereken soru; “Soyutluk, “öz” ü kaybettirir mi? Eğer muhasebe yapıyorsanız, evet kaybettirir. Öncelikle o işi yapanın dışındaki her kişi için yapılan muhasebe işi soyuttur. Hatta bazen o mesleği bilenler için dahi bu söylenebilir. Bu işin denetim boyutu da böyledir belki yargı boyutu da. Düşünelim denetleyenler kimlerdir? Muhasebe uygulamalarını, ilkelerini, yasal dayanaklarını bilenler. Peki neyi denetlerler? İfa edilen muhasebe işi ve sonuçlarını. Nasıl denetlerler? kıstasları belirlenmiş mevzuat çerçevesindeki kurallar bütünü ile. Peki sonuç; soyut işin soyut dayanaklarının bir başka denetçi için dahi soyut olan sahteciliği ile hazırlanan denetim raporları.
Yargıda bundan bağımsız değildir aslında sistemde suç ve cezanın oluşumu da soyuttur. Çünkü iş soyut bir iştir. Ekonomik olaylar tanımlanabildiği ve yapılan uygulama yasal kıstaslarla anlaşılabildiği kadar yargı, yargıya sahiptir. Kuvvetle muhtemel yargı bu alan için bilen kişilere danışmak ve sorgulamak zorunda kalacaktır. Kim bilen, neyi ne kadarı ile bilen. Çünkü Özden uzaklaştıkça bilen ve bilgi ilişkisi zayıflar.
Öyle veya böyle; sonuç her zaman mutlak eksiklik, peki eksikliğin kaynağı nedir? Bakış açısı. “Benim değerlendirmem bu” denilen ne varsa onların tamamı. Ben böyle düşündüm, benim için doğru olan bu denilen ne varsa onlar.
Öyleyse bilmek veya bilmemek bir anlam ifade etmiyor. Soyut olan muhasebe mesleği için dışarıdan bakan da içinde olanda o soyutluğun içinde saydamlaşmaktadır. Peki diyalektik (3) düşüncenin de mi bir anlamı yoktur? Muhasebe için hayır önemli değildir.
Entelektüel birikim sahibi, aynı paralellikteki meslek erbabları veya diyalektik düşünceye haiz okumuş kesim için dahi önemsiz hatta gereksizdir; Muhasebe.
Muhasebe açısından bakılmaz, işe birçok kesim için muhasebe; “birkaç satır yazı, birkaç toplama, çarpma, bölme veya çıkarma işleminden ibarettir. Zaten bu işi de bilgisayarlar iletişim teknolojileri halletmektedir. En kötü ihtimal muhasebecilerin yanında çalışanlar işi ifa ediyorlar. Muhasebeciler için muhasebe çocuk oyuncağı tek tuşla işi ifa etmekten ibarettir kısacası”
Mantık veya diyalektik açısından, “Bilgi ve tecrübe ile yoğrulan insan zekâsı, öze inmiş bir diyalektik ile işi ifa ederek anlamlı sonuçlar üretir. Değer maddi olmanın yanında manevi de olabilmelidir ve çoğunlukla maneviyat öncelikli olmalıdır. Çünkü öz işin içerisine giren ruhtur yani maneviyat.” Hâlbuki gerçek bundan çok uzaktır. Bir meslek mensubu bir konuşmamızda farklı bir gerçeklikten bahsetmişti; “Annemin ölüm haberini beyan tarihinin son günü tüm beyannameleri gönderdikten sonra aldım. İyi ki öyle oldu. Yoksa nasıl çözerdim bilmiyorum.” Bu çok acı vericidir.
Söylediğinde de çok üzülmüştüm. Belki bu psikoloji, meslek psikolojisi olarak ele alınmalıdır.
Farklı bir ezgide muhasebe işini ifa edenlerin, yaşantılarındaki önemli gelişmeleri beyan tarihlerine göre akıllarında tutmalarıdır. İşte şu yılın şu ayı idi KDV beyanından sonra veya geçici vergiye 5 gün vardı gibi. Meslekle yaşayış, yaşayış ile olgu hep iç içedir.
Söylendiği gibi; Bakış açısı; örneğin, “parayla iş yapıyorsun katlanman gerekir” denilebilir. Bu “homo economicus” bir yaklaşımdır. Ancak bu insani midir? İşte tam bu nokta hayati bir ayrıma gittiğimiz yerdir. Saflığın kaybedildiği, özden uzaklaşılan ve maddiliğin içine düşülen muhasebenin sanattan ayrılan çizgisi. Bu çizgide muhasebecilerin de “Beyanın bu al ve git” dediği çizgi. Her iki kesiminde tutkulara ve hırslara yenildiği yer ve an.
İnsan ifade özgürlüğü ile değil irade özgürlüğü çerçevesinde insandır. İradenin töhmet altına alındığı anda insan, insan olmaktan çıkar. Burada önemli olan bir şeyden bahsetmek istiyorum. Aslında çok bilinen ve göz önünde olan ama dikkat etmediğimiz bir unsurdan, Bilirsiniz ki;
Doğa’nın karşıtı akıl’dır. Doğal’ın karşıtı ise akli’dir. Aklın ve iradenin ürünü ise kültür, kültür ise medeniyettir. Muhasebe bu anlamda doğal değildir. Aklidir. Akıl ürünüdür.
İstenilen nedir bilir misiniz? Muhasebenin doğal olmasıdır. Ve doğa içinde yaşaması, uyuşmanın ve uzlaşmanın ürünü olması, kendi kültürünü ve medeniyetini yaratması ve yaşatması sadece olanı anlatması, akli veya aklı bu amaçla kullanması ve kalbi olması.
Bu anlamda sanatın, felsefenin ortasında bulunması. Kimseye kendini ezdirmeden faaliyeti kayıtlara alması, icra edene haz ve mutluluk vermesi, ondan fayda bekleyenlerin hem isteklerini karşılaması hem de yüzlerinde tatlı bir tebessüm bırakması ve isteyenlere gönül rahatlığı ile sunulması. Kimin için değil kendi özü için muhaseleşmesi.
(1) Martin Heidegger (1889-1976) Varoluşçu felsefenin önde gelen isimlerinden biri olarak bilinen Alman filozof.
(2) İsmet Özel (d. 19 Eylül 1944, Kayseri) Türk, şair, yazar ve düşünür.
(3) Diyalektik kavramı, başlangıçta tartışma sanatı ya da çelişkili yollardan muhataplarını ikna etme sanatı anlamına gelmektedir. Karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme biçimidir, diyalektik ve Sokratik yöntem, tartışma ve düşünme sanatı olarak diyalektiğin Antik Çağ’daki en yetkin halidir. Değişimin ve hareketin sürekliliği düşüncesi bu aşamada diyalektik olarak ifade edilmiştir. Bir fikirden ya da ilkeden içerdiği olumlu ve olumsuz bütün düşünceleri çıkarma yöntemine diyalektik denilmekteydi.