13 Temmuz 2010 Tarihli Resmi Gazete
Sayı: 27640
Yargıtay 3. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2009/18183
Karar No : 2010/2653
YARGITAY İLAMI
İncelenen Kararın
Mahkemesi : Eşme Sulh Hukuk Mahkemesi
Tarihi : 26/11/2008
Numarası : 2005/186-2008/570
Davacı : ……………
Davalı : ……………….
Dava dilekçesinde davalı tarafça 1.002,50 TL alacağın tahsili amacıyla girişilen takip nedeniyle borçlu olmadığının tesbiti istenilmiştir. Mahkemece davanın kısmen kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekilinin talebi üzerine kanun yararına bozulması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından temyiz edilmiştir.
YARGITAY K ARARI
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
Davacı vekili dilekçesinde; davalı tarafça müvekkili aleyhine girişilen icra takibine konu 1.002,50 TL alacak nedeniyle borçlu olmadıklarının tespiti ile icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, benimsenen bilirkişi raporuna göre davanın kısmen kabulü ile davacının davalıya 1.002,50 TL borçlu olmayıp 917,09 TL borçlu olduğunun tespitine (kesin olarak) karar verilmiştir.
Borçlar Kanununun 104/son maddesi uyarınca geçmiş günler faizinin tediyesinde temerrüt sebebiyle faiz yürütülemez.
Öte yandan, gecikme zammının faiz niteliğinde olduğu Yargıtay’ın yerleşmiş görüşlerindendir (HGK. 16.6.2004 tarih 2004/19-357 E. 2004/360 K., HGK. 18.2.2004 tarih 2004/10-104 E. 2004/94 K.).
Somut olayda; davalı tarafça başlatılan takipte, alacağın takip tarihinden itibaren işleyecek faizi ile tahsili talep edilmiştir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise davacının borcunun 383,95 TL asıl alacak, 533,14 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 917,09 TL olduğu bildirilmiştir. Buna göre mahkemece hüküm altına alınan alacak içerisinde takip tarihine kadar işlemiş gecikme zammının bulunduğu gözetilmeden, BK. 104/son maddesine aykırı olarak faize faiz yürütülmesi sonucunu doğuracak şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 22.2.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
—— • ——
Yargıtay 3. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2009/21450
Karar No : 2010/5045
YARGITAY İLAMI
İncelenen Kararın
Mahkemesi : Beyşehir Asliye Hukuk (Hakem Sıfatıyla) Mahkemesi
Tarihi : 16/1/2009
Numarası : 2005/412-2009/5
Davacı : ………….
Davalı : ………………….
Dava dilekçesinde 115.100.13 TL alacak ve 120.400.67 TL işlemiş faiz olmak üzere 235.580 TL’nin masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidilmiş, hükmün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.12.2009 tarih ve 2009/276091 sayılı yazılarıyla kanun yararına bozulması istenilmiştir.
YARGITAY KARARI
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
Davacı hazine vekili dilekçesinde, davalı Doğanbey Belediyesinin 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkındaki Kanunun 4. maddesi uyarınca kendisine tahsis edilen kaynak suyunun fazlasını memba suyu olarak sattığı, hakkı olmadığı halde kiraya verdiği ve haksız olarak gelir elde ettiğini belirterek sebepsiz zenginleşen davalıdan 115.100,13 TL alacak ve 120.400,67 TL yasal faizi olmak üzere 235,580 TL alacağın davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Mahkemece hakem sıfatıyla yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiştir.
Sözkonusu karara karşı yapılan itiraz da kesin olarak reddedilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.12.2009 gün ve 2009/276091 sayılı tebliğnamesi ile HUMK’nun 427/6. maddesi gereğince kanun yararına bozması istenilmiş olmakla dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü.
167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanunun 4. maddesinin üçüncü fıkrasından “Kuyu açan kimse, bulunan suyun ancak kendi faydalı ihtiyacına yetecek miktarını kullanmaya yetkilidir (Ek.md.8/7/2003-4916/22 md). Bu miktarı aşan sular ile sulama, kullanma ve işlenerek veya doğal haliyle içme suyu olarak satılmak üzere çıkartılan yeraltı suları, hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerdeki kaynak suları (mazbut vakıflara ait sular hariç), 2886 sayılı Kanun hükümlerine uyularak İl Özel İdarelerince kiraya verilir. Tahsil edilen kira gelirlerinden, yer altı veya kaynak suyunun çıktığı yer, köy sınırları içinde ise o yerdeki köy tüzel kişiliğine %15, belediye sınırları içinde ise ilgili belediyeye %25 oranında pay verilir” hükmü yer almaktadır.
Bu kapsamda davalı belediyenin davaya konu kaynak suyunu kiraya verme hakkı bulunmadığı, bu hakkın İl Özel İdaresine ait olduğu dikkate alınmak suretiyle karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunması nedeniyle bozmayı gerektirmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin yukarıda açıklanan nedenle kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere kanun yararına BOZULMASINA, gereği yapılmak üzere kararın bir örneğinin ve dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 25.3.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
—— • ——
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2008/25343
Karar No : 2010/16169
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi : Ankara 10. İş Mahkemesi
Tarihi : 30/7/2007
Numarası : 2007/415-2007/477
Davacı : …………….
Davalı : ………………….
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 6.5.2008 tarih ve 2008/70073 sayılı yazısı ile davacı …………………… ile davalı ……………………. Şirketi arasındaki alacak davasına ilişkin olup, temyiz edilmeksizin kesinleşen Ankara 10. İş Mahkemesinin 30.7.2007 gün ve 2007/415 E. 2007/477 K. sayılı ilamının kanun yararına bozulması talep edilmekle;
Dava dosyası ve talep yazısı incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
YARGITAY KARARI
Davacı …………………… vekili tarafından ………………………..ne karşı açılan ek davada, Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas sayılı dosyası üzerinden yürütülen dava sonunda kıdem tazminatı yönünden taleple bağlı kalınarak kabul ve fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasına karar verildiği belirtilerek bilirkişi raporunda 252.38 YTL olarak hesaplanan kıdem tazminatından bakiye 52,38 YTL lik alacağın faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi istenilmiştir.
Davalı vekili tarafından davanın reddi istenmiş ve karşı dava açılmıştır. Karşı davada, Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas, 2007/210 Karar sayılı hükmü gereğince icra takibi yapıldığı belirtilerek, davacı ……………….’ın 21/11/2002 tarihinde işten ayrılmasından sonra 25/11/2002 tarihinde imzaladığı ibranamenin göz önünde bulundurulması suretiyle 147.473.200 YTL alacağın yasal faiziyle birlikte davacı karşı davalıdan tahsiline karar verilmesi istenilmiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda, söz konusu ibranamenin Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas sayılı dosyasına da delil olarak sunulduğu, ancak Mahkeme tarafından tartışılıp değerlendirmeye alınmadığı gerekçesiyle asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile mahsup işlemi yapıldıktan sonra bakiye 84,00 YTL’nin davacı karşı davalıdan alınıp davalı-karşı davacıya verilmesine karar verildiği ve hükmün miktar itibariyle kesin olduğu anlaşılmıştır.
Kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, aralarındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile, sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.
Kesin hüküm, hem kişiler, hem de devlet için hukuksal durumda istikrar sağlar. Hukuksal güvenlik ve yargı erkine güven, kesin hüküm kurumu ile sağlanır.
Kesin hüküm ikiye ayrılır. Bunlar şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hükümdür.
Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Şekli anlamda kesin hükmün amacı, davanın sona erdirilmesine hizmet etmektir. Bir son karar, şekli anlamda kesinleşince, yanların o davada izledikleri amaç gerçekleşmiş olur. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler. (Örneğin 20.6.1996 tarihinde kabul edilen 4145 sayılı yasa gereğince HUMK. m. 427’de yapılan değişiklikle 1.1.2000 tarihinden itibaren miktar ve değeri 40.000.000.- TL. yi geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin verilen son kararlar kesindir. Bu kararlara karşı herhangi bir olağan yasa yoluna başvurulamaz)
Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme istemi de reddedilmişse, veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir.
Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bununla birlikte bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.
Diğer yandan, maddi anlamda kesin hüküm, yargısal kararlara tanınan hukuksal gerçeklik niteliğidir. Maddi anlamda kesin hüküm sayesinde, mahkeme kararlarına güven duyulması ve bu kararların uygulanması, yanlar arasındaki uyuşmazlığın bütün bir gelecek için son bulması, çelişik kararlar verilmesine engel olunması, toplumsal yaşam için zorunlu olan hukuksal istikrarın sağlanması amaçlanır.
Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HUMK. m.237 de açıklanmıştır. Bunlar; dava konularının (müddeabihlerinin), dava nedenlerinin ve yanlarının aynı olmasıdır.
Buna karşılık, birden fazla kişi aynı davayı açma yetkisine sahip iseler, bunların birinin açtığı davada verilen kararın, diğerinin açtığı davada kesin hüküm oluşturmazsa da, güçlü delil oluşturacağı belirgindir.
Kesin hüküm, yanların cüzi ve külli haleflerini (özel ya da genel ardı) bağlar. Bunun gibi kesin hüküm tüm yargısal organları da bağlar. Artık, hiçbir mahkeme aynı konuyu yeniden inceleyip, farklı yönde yeni bir karar veremez.
Yasama ve yürütme organları ile yönetim, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve yönetim, mahkeme kararları hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. (Anayasa m. 138, IV) Dolayısıyla kesin hüküm, sonradan çıkarılan bir yasa ile değiştirilemez, ortadan kaldırılamaz. (Anayasa Mahkemesinin 2.6.1989 gün ve 1989/36-24 sayılı ilamı (R.G. 28.9.1989 gün ve 20.296 sayılı, sayfa 17 vd) 19.10.1990 gün ve 1990/3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ( R.G. 22.2.1991 gün ve 20.794 sayılı sayfa: 35 vd), HGK.nun 5.6.1991 gün ve 1991/5-215 E. ve 342 K. sayılı ilamı) (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı, 2001 cilt V sayfa 4980 vd.)
Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemece yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alınır.
Bu bağlamda kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır.
Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar (HUMK.m.236), senet (HUMK.m.287), yemin (HUMK.m.337) ve kesin hükümdür. (HUMK.m.237) Yukarıda kesin hükmün de kesin delil oluşturabileceği açıklanmıştır. (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı 2001 ciltli S: 2034 vd)
Somut uyuşmazlıkta; Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas, 2007/210 Karar sayılı dosyasında kıdem tazminatına ilişkin talep kısmî bir dava olup fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmuştur.
Kısmî dava hakkında verilen kararın kısmî dava konusu yapılan alacak kesimi için kesin hüküm teşkil ettiği şüphesizdir. Kısmî dava sonunda davalının borcunu ödemeye mahkum edilmesi veya kısmî davanın tamamen veya kısmen reddine karar verilmiş olması halinde taraflar arasındaki borç ilişkisinin varlığı veya yokluğu da tespit edilmiş olur ki, bu tespit borç ilişkisinin tümünü kapsar. Bu nedenle kısmî dava sonunda verilen ve kesinleşen kararın tespite ilişkin bölümü, sonradan açılan ek davada kesin delil oluşturur.
Kıdem tazminatına ilişkin kısmî davanın tamamının kabulüne ilişkin olan Ankara 15. İş Mahkemesinin 2003/520 Esas, 2007/210 Karar sayılı hükmü, sonrada açılan ek davada kesin delil teşkil etmektedir. Anılan hüküm ile, işçinin kıdem tazminatı isteme hakkının varlığı saptanmış ve davalı işverenin davacıya kıdem tazminatı ödemekle yükümlü olduğu tespit edilmiştir.
Kesin delil bulunan bir konuda, Mahkemece bu yönün doğruluğunun yeniden araştırılması ve inceleme konusu yapılması hukuken mümkün değildir. Ek davaya bakan mahkeme kısmı dava sonunda verilen hükmün tespite ilişkin bölümü ile bağlıdır. Kamu düzeni ile ilgili olan bu hususun resen göz önünde tutulması gerekmektedir.
Mahkemece söz konusu kesin delilin varlığına rağmen anılan ibranameye geçerlilik tanınması suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.
SONUÇ: Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle Ankara 10. İş Mahkemesinin 30.07.2007 tarih ve 2007/415-Esas, 2007/4777 Karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, Dosyanın gereği için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.06.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.