Çalışma Bakanlığının Kuruluşu
Cumhur Sinan ÖZDEMİR
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
İş Müfettişi -Ankara
[email protected]
Tarihçe (1):
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ilk çekirdeği 1930’lu yıllarda İktisat Vekaleti içinde oluşmuştur. 27 Mayıs 1934 tarih ve 2450 sayılı İktisat Vekaleti Teşkilatı ve Vazifeleri Hakkında Kanunla, bu Bakanlık bünyesinde İş ve İşçiler Bürosu kurulmuştur. 8 Haziran 1936 tarih ve 3008 sayılı İş Kanunuyla İş ve İşçiler Bürosu, İş Dairesi haline getirilmiştir. Çalışma Bakanlığı, Devlet Dairelerinin Bakanlıklara Ayrılması Hakkındaki 3271 sayılı Kanunun 1. Maddesine dayanılarak, Başbakanın 7 Haziran 1945 tarih ve 6-376/6 sayılı teklifi üzerine 7 Haziran 1945 tarih ve 4/591 sayılı Cumhurbaşkanlığı tezkeresi ile kurulmuş hemen arkasından 22 Haziran 1945 tarih ve 4763 sayılı Çalışma Bakanlığı’nın Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun çıkarılmıştır. (R.G. 27 Haziran 1945) 28 Ocak 1946 tarih ve 4841 sayılı Çalışma Bakanlığı’nın Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun (R.G. 30 Ocak 1946) 4763 sayılı Kanuna göre daha geniş bir görev tanımı yapmış, merkez ve taşra teşkilatı ile ilgili düzenlemeler getirmiştir. Daha sonra, 17.11.1974 tarih ve 4-1040 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi ile Sosyal Güvenlik Bakanlığı kurulmuş, Sosyal Sigortalar Kurumu ile Bağ-Kur bu Bakanlığa bağlanmıştır. 13 Aralık 1983 tarih ve 184 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Teşkilatı ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (R.G. 14 Aralık 1983) ile Çalışma Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı birleştirilerek “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı” adıyla yeniden teşkilatlandırılmıştır. 184 sayılı KHK, aynı zamanda 4841 sayılı Kanunu yürürlükten kaldırmıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve görevleri hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve görevleri hakkında 184 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname Değiştirilerek 09.01.1985 tarihinde 3146 Sayılı Kanun yürürlüğe girmiştir. Daha sonra, 04.Ekim 2000 tarihinde yürürlüğe giren 618 Sayılı KHK ile Bakanlık yeniden yapılandırılarak Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü kurulmuş ve Dış İlişkiler ve Yurtdışı İşçi Hizmetleri Genel Müdürlüğü yeniden yapılandırılmıştır. Bakanlığımızın Yurtdışı Teşkilatı, 1960’lı yılların başından itibaren gelişen ve ülkemiz için yeni bir olgu niteliğindeki sanayileşmiş Avrupa ülkelerine düzenli Türk işgücü sevkıyatı ile doğan ihtiyaç sonucu ihdas edilmiştir. Başta Almanya Federal Cumhuriyeti’ne olmak üzere, diğer Avrupa ülkelerine giden Türk işgücünün ülkemizdekinden farklı ve yabancı toplumsal çevrede ve değişik yaşam koşullarında Devlet eliyle destek görmesi ve sorunlarına çözüm bulunması amacıyla bulundukları ülkelerdeki Büyükelçiliklerimizin nezdinde Çalışma Müşavirlikleri ve Başkonsolosluklarımız bünyesinde de Çalışma Ataşelikleri kurulması yoluna gidilmiştir.
Ord. Prof. Dr. Sadi IRMAK ( İlk Çalışma Bakanı) (2):
25 Mayıs 1945 T.B.M.M.’de toprak reformunu görüşen komisyonda çalışmaktayım. Beni başvekil rahmetli Şükrü Saraçoğlu’nun görmek istediğini haber verdiler. Başbakanlık binasına gittim. Şuradan buradan birkaç cümle konuştuktan sonra benim için çok büyük bir sürpriz teşkil eden bir haber verdi Türkiye Cumhuriyeti bir Çalışma Bakanlığı kurmaya karar vermişti. O günlerde yurdun sosyal problemleriyle çok yakından ilgileniyor, harp sonrası dünya basınını ilgi ile izliyordum. Hükümetin bu kararından son derece memnun kaldığımı ve bunun gerçek bir ihtiyaca cevap vereceğini söyledim. O günlerde İngiltere Liberal Partisi ideologu olan Beveriç meşhur planını ortaya atmıştı. Dünya bu planın tartışması ile meşguldü. Bu plan harbin açtığı yaraları kapayacağı gibi, sosyal güvenden yoksun kimseyi bırakmıyordu. Bu düşüncelerle, Saraçoğlu’nun verdiği haberi içten bir sevinçle karşıladım. Fakat, konuşma burada bitmemişti. Başbakan ikinci bir haber verdi. Kurulacak yeni Bakanlığa ilk bakan olarak benim getirilmem düşünülmüş. Bu noktada hürmetkar fakat kesin bir ifade ile bunu kabul edemiyeceğimi söyledim. Sebebini sordu: O sırada merkezi Diyarbakır olan büyük bir bölgenin parti müfettişi bulunuyordum. Bu ihmal edilmiş ve yaralı yurt parçasını yakından tanımaya ve her ilçesinde bir eser meydana getirmeye çabalıyordum. Bu görevi bırakmak istemiyordum. Öte yandan siyasi hayatta kıdemim ve yeteri kadar tecrübem yoktu. Birinci meclisten beri hizmet etmiş bir çok tecrübeli bir arkadaşın bu makama daha ehil olacağını ileri sürdüm. Saraçoğlu bunun bir parti kararı olduğunu söyledi. Ben de sayın Cumhurbaşkanı ve Parti Başkanı İsmet İnönü’ye itirazımı şahsen bildireceğimi söyledim. Bunun üzerine aynı günün akşamı Başbakan Saraçoğlu ile birlikte Çankaya köşküne davet edildim. Sayın İnönü verilen kararı bir defa daha tekrarladı. Ben de Saraçoğlu’na söylediğim şeyleri arz ederek bu önemli görevin benden daha tecrübeli bir milletvekiline verilmesini rica ettim. Fakat kabul edilmedi. Bu suretle benim ilk bakan olarak Çalışma Bakanlığım kararlaşmış oldu. Karar Meclisin tatile girmesinden sonra ilan edilecekti. Nitekim 5 Haziran 1945 de Meclis tatile girdikten sonra 7 Haziran 1945 de Çalışma Bakanlığının kurulduğu ye benim ilk bakan olarak bu göreve atandığım ilan edildi.
Taşınması son derece güç bir görev yüklenmiş oluyordum. Şu var ki, gençtim, azimliydim. Vazifenin önemine inanmıştım. Hükümet ve devlet başkanından olduğu kadar Meclisten de destek göreceğimi umuyordum. Böylece işe atıldım. Tabii ortada bina yok, memur yok, para yok, yetki belirsiz. Henüz bir kanun veya tüzük de yoktu. Bunlardan daha müşkülü memleketin bu alanda hiçbir tecrübesi yoktu. Her bakımdan yeni bir siyasi görev omuzlarıma yüklenmişti. Daha o gün yalnız kalınca kendi kendime şu kararlara vardım. Türkiye’nin sosyal problemi sınıf mücadelesine terk edilmemeli, devlet hakemliği esas olmalıydı. Bu kararı verdikten sonra ikinci bir hususu düşündüm. Türkiye’nin sosyal problemi bir üçlü organla idare edilmeliydi. Devlet, işçi, işveren. Kuracağım bütün teşekküllerde bu üç grubun temsilcilerini yan yana bulunduracaktım. İkinci düşüncem, yeni bakanlığı her halde bürokrasiden, israftan, memur bolluğundan mutlaka korumaktı. Kadroları en aşağı haddinde tutacaktım. Memleketi pahalı tecrübelerden esirgeyecektim. Problemleri nasıl bir sıra ile ele almalıydım. Ben şöyle düşündüm: ilk önce çalışanların sosyal ve ekonomik hakları kanuni garanti altına alınmalıydı. İkinci olarak çalışmayı insanileştirecek tedbirler alınmalıydı. Üçüncü nokta, çalışanlar muhtaç oldukları garanti sigortalarına kavuşturulmalı idi. Dördüncü nokta, ise tavassut bir kamu hizmeti haline getirilmeliydi. Nihayet çalışanların daha iyi bir randımanla çalışmaları sağlanmalı idi. İşte o günlerde düşünebildiğim icraat programının temelleri bunlardı. Şimdi sıra evvela Hükümeti, sonra Meclisi bu fikirler için kazanmaya zorluyordu. Hemen burada söylemeliyim ki, bu alanda talih bana çok yardım etmişti. Hem Hükümetten hem Meclisten umduğumun da üstünde destek görmüşümdür. O zamanlar 1936 da çıkarılmış fakat bir nevi ölü doğum mahiyetinde olan ve sadece idealleri bakımından önemli ve aziz olan bir iş kanunumuz vardı. Bu kanunu fiilen yürür hale getirmek lazımdı. İkinci olarak İktisat Bakanlığınca hazırlanmış bir sigorta kanun tasarısı vardı. Bu tasarıyı tam bir işçi sigortası haline getirmek gerekiyordu. İktisat Bakanlığının benim Bakanlığıma devredebildiği çok dar bir kadro ile ve Adalet Bakanlığı binasında bana ayrılmış üç oda içinde faaliyete geçtim. İlk yardımcılarım arasında Muslih Fer, Bayruh Hakkı Yeniay ve Necati Topçuoğlu isimlerini şükranla anmalıyım. Bana canla ve başla destek olmuşlardır. İlk iş olarak son derece dar kadrolu bir Teşkilat Kanunu hazırlayıp Meclise şevkettim. Bir hatıra olmak üzere arz edeyim ki, bu kadronun bir yıllık masrafı 1 milyon liradan ibaretti. İlk bütçemiz bu kadardı. Kısa bir zaman sonra İşçi Sigortaları Kanun Tasarısını ve Sigorta Kurumu Kanun Tasarısını Meclise verdik. İlk olarak iş kazaları, meslek hastalıkları, analık ve emzirme sigortasını kurmuş oluyordum. Gayet tabii olarak ortaya birden bire çıkmış olan bu sosyal tedbirlerin bazı dimağlarda anlaşılması kolay ve yadırganan tesirleri olmuştu. Acaba Sadi Irmak memleketi bir sosyalizme mi götürüyordu? Fakat Meclisin büyük çoğunluğu niyetlerimizin halisliğini kavramakta gecikmemişti. Teşkilat ve Sigorta Kanunu Meclis Komisyonlarından hemen hemen hiç değişikliğe uğramadan geçmiş ve Meclis Genel Kuruluna gelmiştir. Buradaki müzakereler son derece ümid verici ve cesaretimi artırıcı olmuştu. İleri sürülmüş olan fikirleri Meclis zabıtlarından öğrenmek mümkündü. Arkadaşlar genellikle gereğini ifade etmişlerdi. Bir kısım arkadaşlar fikir işçilerinin de sigortaya alınmasını taleb etmişlerdir. İhtiyatlı hareket etmiş olmak ve bir tecrübe kazanmış olmak için ilk Sigorta Kanunumuzda ancak on kişiden fazla işçi çalıştıran müesseseleri ele almıştık. Bu zaruri idi. Aksi takdirde büyük bir bürokratik cihaz kurmak gerekiyordu. Sigortanın Teşkilat Kanununda da prensip olarak devlet, işçi, işveren üçlüsünden ibaret bir yönetim kurulu ve her yıl toplanacak bir Genel Kurul meydana getiriyorduk.Sigorta İdaresi özerk olacaktı. Yalnız bürokrasiden son derece çekindiğim için kurum kadrolarının tatbiki yetkisini üzerime alıyordum. Bu, tatbikatta elbette zorluklar doğuracaktı. Nitekim öyle de oldu.Kurumun hazırladığı kadroları hemen hemen beşte birine indirdiğimi hatırlarım. Bu sayededir ki, sigortanın ilk yılını 100 memurla tamamlamıştık. Memleketin hiçbir tecrübeye sahip olmadığı Sosyal Sigorta alanında çektiğim en büyük sıkıntı bu Kurumun başına getirilecek zatı ve mesai arkadaşlarını bulmak olmuştur. Sabırlı bir deneme devresinden sonra iş görebilir bir kadro meydana getirdiğim gün geniş bir nefes aldığımı hatırlarım. İkinci iş olarak İş ve İşçi Bulma Kurumunu meydana getiren kanunu Meclise verdik. Bu Tasarı da Meclisin hiçbir zaman unutamıyacağım anlayışlı desteğiyle hemen hiçbir değişikliğe uğramadan kanunlaştı. Bu suretle Türkiyemizde iş ve işçi bulma bir devlet görevi oluyordu. Bu büyük hamleyi Avrupa’da da gerçekleştirebilmiş pek az devlet vardı. Artık yeniden özel işe tavassut bürosu açılamıyacaktı. Nitekim mevcut iş büroları da kendiliklerinden kısa zamanda kapanmışlardır. Bakanlıkta 2,5 yıl kaldım. Kendime çizdiğim program iki safhalı idi. Evvela hukuki ve sosyal garantiler yaratacak, ikinci basmakta işi insanileştirmek diyebileceğim tedbirlere geçecektim. Bu ikinci basamağa geçme fırsatını zaman bakımından bulamadan görevi halefime devretmişimdir. Şunu da söylemeliyim ki, bu basamağa Türkiyemiz aradan çeyrek asır geçmesine rağmen hala erişememiştir. Erişmemiz zaruridir. Çünkü memleketimizde çalışma tekniği ve araçları hala ilkeldir, yıpratıcıdır. Onun için çalışma tekniği en geniş ölçüde yurdumuza getirilmelidir kanaatındayım. Bakanlıktaki görevimin sonlarına doğru ilk işçi sendikaları tasarısını da Meclise vermiş bulundum. Tarihi bir hatıra olarak şunu anlatmalıyım: Tasarıyı ben bir sosyal hak tasarısı olarak hazırlayıp Bakanlar Kurulu’na verdim. Fakat rahmetli Recep Peker’in başkanı bulunduğu kabinede bu kanuna benim itirazıma rağmen greve teşvik diye yeni bir suç şekli eklenmiştir. Bu konuda Başbakanla aramda şiddetli bir tartışma geçmiştir. Ben böyle bir suç ihdasının karşısındaydım. Esasen grev yasaktı. Bu yasağa bir de greve teşvik suçu eklenmesi yersizdi. Ben o zaman iki alternatif arasında kaldım. Birincisi bunu bir prensip meselesi yaparak bakanlıktan çekilmek, ikincisi ne olursa olsun Türkiye’de ilk kanuni sendikaların kurulmasını sağlamak için bu pürüze katlanmak ve ilk fırsatta bu pürüzü ayıklamak. Ben ikinci şıkkı tercih ettim. Türkiye’de ilk kanuni sendikalar işte böyle kurulmuştur. Ondan evvel de bazı sendika kurma teşebbüsleri olmuşsa da bunlar bir kanuna istinad etmemişlerdir. Ve çok defa hükümetler tarafından antipati ile hatta husumetle karşılanmışlar ve sık sık kapatılma muamelesine maruz kalmışlardır. Bu Kanunla artık işçi sendikaları meşruluk kazanmış oluyorlardı. Avrupa’nın ve dünyanın tecrübelerinden faydalanmak için bakan olduğum ilk günde hemen iki ingiliz uzmanı getirmek için teşebbüse geçtim. Ve buna muvaffak oldum. Hemen söylemeliyim ki, Türkiye’de de bir Çalışma Bakanlığı’nın kurulmuş olması dünyada alaka ile izlenmiştir. Nitekim İngiliz, Fransız ve Amerikan Çalışma Bakanlarından tebrikler ve başarı dilekleri gelmiştir. O tarihten beri 27 yıl geçmiştir. İnsan tabii olarak kendi kendine soruyor. Böyle bir görev bugün verilmiş olsaydı, acaba tutumum ne olurdu? Elbette bazı şeyleri başka türlü yapardım. Fakat bir temel ilkede mutlaka aynı şeyi düşünürdüm: Türkiye’nin sosyal problemleri sınıf kavgasıyla değil, devlet hakemliği ile ve devlet, işçi, işveren üçlüsünün el birliği ile çözümlenmelidir. Bu anlamda ben bir Atatürk milliyetçisi ve devletçisiyim. Bence Atatürk devletçiliği ekonomik olduğu kadar, hatta ondan da fazla sosyaldir. Sosyal haklar garanti altında olmalıdır. Ve insanlara imtiyaz tanınmalıdır. Ve fırsat eşitliği gerçekleşmelidir. Ben Atatürk devletçiliğini böyle anlıyorum. Nitekim, Atatürk’ün zamanında devletçilik anayasamızda yer almıştır ve bu prensip sınıfsız, imtiyazsız bir millet formülü ile ifade edilmiştir. Kanaatımca yalnız Türkiye’mizin değil, dünyamızın gidebileceği sosyal yol budur. Elbette Türkiye’mizde de her yerde olduğu gibi çalışanlar ve çalıştıranlar vardır. Ve zaman zaman bunların çıkarları çelişik olabilir. Fakat bu çelişkileri ortadan kaldırmanın en iyi yolu sınıf mücadelesi değil, devlet hakemliğidir. Devlet, sınıf mücadelesine yer bırakmıyacak, onu lüzumsuz hale getirecek tedbirleri almalıdır. Ben devletçiliği böyle anlamakta devam ediyorum.
Bakanlığım zamanında Meclisten geçmiş olan, 12 kanunda gözettiğim başlıca ilke bu olmuştur ve bu fikir Meclisten en büyük desteği görmüştür. Görevim zamanında bir de dünyanın sosyal müesseseleri ile temas başlamıştır. Milletlerarası İş Teşkilatına !k defa olarak Devletimiz 1946 da resmi bir heyetle katılmış, ikinci defa olarak 1947 de başkanlığımdaki bir heyet yıllık kongreye iştirak etmiştir. Türkiye’nin yeni hamlesi cihanda sempati ile karşılanmıştır. Bunun delili olarak Türk baş delegesi iş konferansının ikinci başkanlığına seçilmiş olduğu gibi, Türk heyetinin teklif ettiği iki karar tasarısı da oy birliği ile kabul edilmiştir. Bu konferanslara katılan Türk heyetleri ana prensibe uygun olarak devlet, işçi işveren temsilcilerinden kurulmuştur. Çalışma Bakanlığının ilk adımlarına ait başlıca anılarım bunlardır.
Çalışmalar aziz haleflerim tarafından geliştirilmiş, ilerletilmiş ve bugünkü düzeye ulaştırılmıştır. Kendilerine sevgi ve saygı ile bağlıyım. Tek temennim kuruluşa hakim olan ilkenin sürdürülmesidir. Türkiye’mizin sınıf mücadelesi ile kaybedilecek zamanı yoktur. Bu mücadelenin verebileceğinden çok fazlası, devletin zayıfı koruyan adaletli hakemliği ile elde edilebilir. Nitekim kuruluşun daha ilk yılında yaptığımız teşebbüsle işçilerimizin ücretlerine % 20 gibi o zaman için çok önemli olan bir zam grevsiz, lokavtsız gerçekleştirilmiştir.
Türk sendikaları yaşamalı ve gelişmelidir. Bunlara milli ruh ve sosyal adalet fikri hakim olmalıdır. Unutulmamalıdır ki, işçimizin hepimizce arzu edilen refaha ulaşmasının başlıca koşulu milli gelirin el birliği ile artırılması ve sosyal adalet ilkesinin daima göz önünde tutulmasıdır. Kanaatımca bu yolun en etken garantisi Atatürkçülüktür.
DİP NOTLAR
(1) http://www.calisma.gov.tr/bakanlik/tarihce.htm
(2) 50 Yılda Çalışma Hayatımız, Çalışma Bakanlığı yayını, 1973